Sibirya’ya Seyahat
ALTAYLAR’DA KÖKLERİN İZLERİNİ SÜRMEK*
Ön Türklerin ve Türklerin Orta Asya’daki izlerini sürmek, Orta Asya’dan Akdeniz’e Türk ve İslam coğrafyasını tanımak için bu bölgeleri gezmek ve gezdirmek en büyük hayalimdi. Son bir gezi ile bu hayalimi gerçekleştirdim. Geçtiğimiz haftalarda Rusya Federasyonu içinde kendi özerk cumhuriyetleri olan, Türkçe konuşan dört halkın topraklarına bir gezi yaptık: Altay, Hakasya, Tuva ve Yakutistan (Saha Cumhuriyeti). Bunları sırasıyla anlatmaya çalışacağım.
Altay, Hakasya ve Tuva Güney Sibirya olarak bilinir. Ama Sibirya kavramı ortalama herkeste bir olumsuzluk algısı yaratır: Sibirya soğuk, karlar altında, kuş uçmaz, kervan geçmez bir yer, sürgün diyarı, Dostoyevskivari bir “ Ölüler Evi” dir.
Türkiye’de yabancı yazarların çevirileri dışında Sibirya’dan ilk söz eden bir yerli eser I. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında Sibirya’da esir olarak tutulan 7000 dolayındaki Türk askerlerinden Tahsin (İsmail) İybar’a aittir: Sibirya’dan Serendib’e, Ankara, 1950.Bu bir anı kitabıdır. Ancak 1978’de bir gezi kitabı yayınlanır: 1970 yılında dış politika yazıları yazdığım Yeni Güngazetesinin sahibi Kemal Bayram’ın (Çukurkavaklı) Sibirya Şafağı. Bunu 1992 yılında Şükrü Haluk Akalın’ın Anayurttan Atayurda – Gezi Notları adlı kitabı izler.
Altaylar gezimiz 10 gün sürdü. İstanbul’dan doğrudan Novosibirsk’e uçtuk. Çoğumuzun daha önce gezdiği Novosibirsk’te oyalanmadan karadan yaklaşık 5 saat sürecek Barnaul yolculuğuna başladık. Altay bölgesinde bulunan gümüş madenlerine yakınlığı nedeniyle, Büyük Petro ( hd 1682 – 1725 ) zamanında demir işleriyle zengin olan madenci Demidov ailesince 1730 yılında kurulan Barnaul 700 bin nüfuslu modern bir kent. Obi nehri kıyısında bulunan kent bugün Altay Bölgesi’nin (Krai) başkenti durumunda.
Kısa bir dinlenme ve öğle yemeğinin ardından kenti dolaşmaya başlıyoruz. Kentin ilk kurulduğu bölge, anıtlar ve ahşap evlerin ardından Altay Bölgesel Araştırmalar Müzesi’nde bölgedeki madenciliğin gelişme izlerini, Altay Bölgesi’nde doğan Kalaşnikov’un silahlarını, muhteşem güzel şaman giysilerini görüyoruz. Ardından girdiğimiz Tarih, Kültür, Edebiyat ve Sanat Müzesi’nde harika tabloların yanı sıra çok ilginç bir şaman davulu ile karşılaşıyoruz. Obi kenarından yürüyerek Lenin Parkı yanında kenti tepeden seyrediyoruz.
Ertesi gün yine Altay Bölgesi’nde bulunan ve “Altay Dağları’nın Kapısı” olarak bilinen Biysk’e gidiyoruz. İlk kalesi Büyük Petro’nun emriyle Biya ve Katun (Hatun) nehirlerinin birleşip Obi Nehri’ni oluşturdukları yerde 1708’de yaptırılan ilk kale ile kuruluşu başlatılan 210 bin nüfuslu Biysk’te Zafer Anıtı’nı (Rusya’da her kentte Büyük Yurtseverlik Savaşı olarak adlandıran 1941-45 savaşına ait bir zafer meydanı ve anıtı bulunur), eski tüccar evlerini, ana meydanı ve Yerel Etnoğrafya Müzesi’ni geziyoruz. Müzede değişik yerlerden getirilmiş çok ilginç kaya resimleri, geyiktaşları, balballar ve Şaman araçları sergileniyor. Müzenin en ilginç ögelerinden biri II. Dünya Savaşı sonunda Reichstag binasına bayrak diken Rus askerlerine ve binaya ait parçalar.
Biysk’ten sonra Altaylar’ın yaklaşık 600 km’lik ünlü Çuski Karayolu (M52) başlıyor. Bu yol başlangıçta Katun ve Çuski ırmaklarının çarpıcı manzaralarını sunuyor. Sibirya algımız birdenbire değişiveriyor. Cennet gibi bir yerdeyiz. Her yer yemyeşil, tayga ormanları, küçük, büyük şelaleler, ufak dereler, dağları, ağaçları yansıtan irili ufaklı göller, tepeleri hâlâ buzlu dağlar… Bunlar gerçekte İsviçre Alpleri’ni tanımlamada kullanılan sözcükler.
Katun Nehri Altay halklarına göre dünyeviliğin ruhaniliğe yükseldiği mistik Şambala’nın kapısıdır. Altay Cumhuriyeti’nin en yüksek dağı olan Beluha’daki ( Üç Sümer / 4.506 m) Gebler Buzulu’ndan doğar. 690 km’lik Katun Nehri Altaylara göre kutsal bir nehir. Bu nedenle birçok yerinde ağaçlara çaputlar asılıdır. Ağaçlara bez (çaput) asma, yaşam ağacına (gök, yer, yeraltı simgesi) önem veren bir gelenektir.
Araştırmacılar Altayların tarihini 125-180 bin yıl öncesine kadar götürüyorlar. Altay dağlarında Barnaul’un yaklaşık 150 km güneyindeki Altayların Ayu (Ayı) Taş, Batılıların Denisova Mağarası olarak adlandırdıkları mağarada paleo-arkeoloji açısından 9-11. katlarda ele geçirilen bir insan benzerinin (Denisova hominin) yaklaşık 40 bin yıllık olduğu saptandı.
Tarihçiler Altaylar’da MÖ 4. bin yılda paleometal olarak adlandırdıkları dönemin başladığını, önce bakır, ardından bronz araçların yapıldığını, MÖ 2500-1700 yılları arasında Afanasiyevo kültürünün başladığını, bunu Anav, Andronovo, Karasuk, Tagar, Kelteminar kültürlerinin izlediğini, zaman içinde avcılık ve toplayıcılıktan üreticiliğe geçildiğini belirtirler. MÖ 1000 yılından sonra demir araçlar yaygınlaşır, İskitler, Hunlar, Sarmatlar sahneye çıkar ardından Türk kültürü dönemi gelir. Runik alfabeli taşlar, taş babalar, taşlaşmış atalar birbirini izler. Türklerin Tarihi kitabını yazan Jean-Paul Roux Türklerin MÖ 700-300 yılları arasında Altay bölgesine gelmeye başlamış olabileceğini yazar. Altayların tarihini yazan Rus tarihçiler genelde MS 6.-10. yüzyılları “Türk Dönemi” olarak adlandırırlar.
Akıl durdurucu manzaralar eşliğinde konaklama yerine giderken Kamişlinski Şelalesi’ni görmek için ormanda yürüyüş yapıyoruz. Şelale çok yüksek değil. Ancak çok etkileyici ve tabii ki etrafındaki ağaçlarda çaputlar dizili. Akşam Katun Nehri kıyısındaki çok güzel bir turistik tesiste kalıyoruz, nefis yerel yemeklerin eşliğinde. Ertesi gün çevreyi geziyoruz. Katun Nehri içindeki Patmos Adası üzerinde 2001 yılında 1849’daki orijinaline göre yeniden yapılan İncilci Yahya’ya adanan kiliseyi görmek için ufak bir asma köprüyü geçiyoruz. Ardından Katun nehri boyunca Çemal ile birleştiği yere kadar yürüyüş yapıyoruz. Bu iki nehrin birleştiği yer de kutsal ve o bölge hakkında inanılmaz öyküler var. Ardından 1935 tarihli Çemal Hidroelektrik Santralini görüyoruz. Barajların Rusya’daki kısa adı GES. Bu arada değişik alkol derecelerine sahip bal şarabı ile tanışıyoruz…
Öğle yemeği ardından özel bir şahsa ait olan Etnografya Müzesi’ne (Altayski Centr) gidiyoruz. Kuratör Aleksandır Bardin’in eşi bizi üç ayrı yapı içinde gezdiriyor. Rus çevirmeni bırakıp onun Altaycasını anlamaya çalışıyoruz. Yavaş yavaş konuştuğunda da anlaşabiliyoruz. Bize Altay’daki farklı inançları, günlük kullanım eşyaları ile Altay geleneklerini ve Altay ressam Çoros Gorkin’in etnografya çalışmalarını anlatıyor. Kuyus Köyü civarındaki resimli taşları (petroglif) görmek için yola çıkıyoruz, ama yolun aşırı bozuk olmasından dolayı fazla ilerleyemiyoruz. Ancak bu arada yol üzerindeki Şaman Mağarası’nı ziyaret ediyoruz. Burası da halkın enerji yaydığına inandığı yerlerden.
İzleyen gün Manjerok Kayak Merkesi’ndeki teleferikler ile yeşil tepeye çıkıyor, tepeden Manjerok Gölü’ne bakıyoruz. Ardından doğuya yöneliyoruz. Hedefimiz Altayların Altun (Altın) Köl dedikleri Teletskoye Gölü. 232 km2’lik göl deniz seviyesinde 434 m yüksekliğinde. Uzunluğu 78km, genişliği 5 km. En derin yeri 325m. Göle en büyükleri Çulişman olmak üzere 70 nehir ve 150 geçici dere akıyor. Biya adlı tek bir nehir sularını boşaltıyor. Göl 40 km3’ lük bir temiz su deposu. Göle doğru yol alınırken yine nefes kesen manzaralar arasında ilerliyoruz. Biya Nehri’nin gölü terk ettiği noktada kurulu Artibaş’ta son derece sempatik bir otelde kalıyoruz.
Ertesi gün bavullarımızın taşındığı bir tekneyle kuzeyden güneye 4 saatlik bir yolculuk ile gölü geçiyoruz. Önce biraz yağmur, sonra güneş. Göl çok geniş bir nehir gibi. Ortasında bir yerde inip Korbu Şelalesi’nin havada uçuşan serpintilerini tadıyoruz. Her yerden, yeşillikler arasından eriyen buzulların temiz suları akıyor. Burada doğaya tapmamak mümkün değil. Gölün en güney ucunda karaya çıkıyor ve yürüyerek ahşap evciklerimize gidiyoruz.
Bu akşam banya var. Banya Fin hamamı, sauna benzeri yüksek sıcaklıkta buhar içeren Rus hamamıdır. Buhar yapacak taşlar aşırı ateşte kızdırılacağından yangın tehlikesine karşı banyalar hep ana binalar dışında, su kenarlarında kurulur. Ayrıca Ruslar banyayı kullandıktan sonra buzlu bile olsa çıplak olarak suya girerler ya da karda yuvarlanırlar.
Gezinin yedinci günü Çulişman Irmağı boyuca küçük araçlarla “off-road” yapıyoruz. Altay Cumhuriyeti’nin en güzel vadilerinden biri. Özgürce doğada gezinen atlar ile karşılaşıyoruz. Moğol atları ufak tefektir. Bunlar çok daha iri. Çulişman Irmağı, yeşil vadiler ruhumuzu dinlendiriyor. Bir su kenarında kumanyalarımızı paylaşıyoruz. Fotoğraf durakları dahil 5 saat sonra Altaycada Katu Yarık denilen yere geliyoruz. Vadi birden daralıyor. Galiba diyoruz, Türklerin mitolojide erittiği dağ önümüzde.
3,5 km’lik 30-45 derece eğimli zigzaglı toprak bir yol çıkıyor karşımıza. Bu yol ile birden 600 m yükseğe çıkıyorsunuz. “Yürüyelim,” diyoruz. Ama çoğumuz üçüncü virajda pes ediyor, gelen bir kamyona atlıyoruz. Ortalama 1,5 saat çeken bir yol. Tepeden geldiğimiz vadiyi seyretmek müthiş bir keyif.
Ardından gezinin en önemli yeri geliyor: Pazırık Kurganları. Bunlar yan yana dizilmiş beş büyük kurgan. Önce mezar soyguncuları tarafından elden geçirilmiş, ardından Rus bilim insanları tarafından bilimsel kazılarla gün ışığına çıkarılmış. Bulunan eserler şu anda Petersburg’daki Ermitaj Müzesi’nde sergileniyor. Bu kurganlar “Pazırık Kültürü” ismiyle bir dönemi adlandırıyor. O akşam Koçevnik Vadisi’nde ahşap evlerde kalıyoruz.
Sekizinci gün yine heyecanlanıyoruz. Önce Kalbak-Taş kaya resimlerini görüyoruz. Kayalardaki sekiz bin yıllık resim ustalığı. Evrenle, doğa ile, karşı cinsle, hayvan dünyasıyla ilişki ne güzel betimlenmiş. Resimli kayalar arasında Türklerin ilk ve tek alfabesi olan Runik harfli yazıtlar da görüyoruz. Yalnızca Kalbak-Taş’ta 3 bin dolayında resimli taş var. Ama Altaylarda Kalbak-Taş gibi birkaç alan daha var. Ardından İnya stelleri diye bilinen üç taşın fotoğraflarını çekiyoruz.
Daha sonra bir yerel sürdürülebilir Altay projesi içinde korunan Üç Enmek Parkı’na gidiyor ve orada yerel yemekleri tadıyoruz. Yemekten sonra bize yerel kayçı Ekemen Epişkin 4 ayrı yerel müzik aletiyle müthiş bir dinleti sunuyor. Yalnızca göğüsten, damaktan, gırtlaktan gelen seslerle sunduğu şarkılar değil, mimikleri de olağanüstü. Bizi büyüleyen bir şaman ( kam ) oldu. Bizi ayı avına götürdü, ayıyı avladık ve geri geldik.
Ardından bir Altay kadın rehber bizi Üç Enmek Dağı eteğindeki Karakol Vadisi’ne götürdü. Bu vadi bizi belki de yaydığı enerjisi ile en çok etkileyen yer oldu. Yerel kadın rehberimiz anlayabildiğimiz bir Türkçe ile bize kurganları, taş izleri gösterdi ve Vadi’nin ucunu işaret ederek “işte siz oradan çıkıp gittiniz” dedi. Nasıl heyecanlanmayalım?
Gezimizin dokuzuncu gününde önce ünlü Seminski Geçidi’nden geçtik. Arjan-Su’da (Gümüşsu / Şifalı su) mola verdik. Şifalı sular da doğa kültüründe son derece önemli. Yeniden başkent Gorno – Altaysk’a geldik ve “Altay Prensesi” kalıntıları nedeniyle yenilenen ve 60 binin üzerinde eserin sergilendiği Anohin Ulusal Müzesi’ni gezdik: Tarih öncesi ve arkeolojik kalıntılar, Altay ressamları, etnoğrafik ögeler ve müzenin en alt katında özel “Altay Prensesi” bölümü.
Bulunduğu yer nedeniyle “Ukok Prensesi” ya da “Buz Bakiresi” olarak da adlandırılan ve sınır tartışmaları nedeniyle Çin ve Rusya arasında yeni polemiklere konu olan 2500 yıllık kadın mumyası arkeolog Natalia Polosmak tarafından 1993 yılında UNESCO Tarih Mirası Listesi’ndeki Ukok Platosu’nda bulundu. Vücudunun değişik yerlerinde dövmeler bulunan kadın mumyası Novosibirsk’te sergilenirken 2003 depreminden sonra Altaylar bilim insanlarını doğal afete neden olmakla suçladılar ve mumyanın Altay Dağları’na geri getirilmesini talep ettiler. Mumya için özel bir müze yapıldı ve mumya geri geldi. Şu anda sabit bir ısının sağlandığı lahit içinde.
Kadının gömülmesinden 200 yıl sonra üzerine bir erkek gömülmüş. Mezar kazıcıları bu mezarı açınca altta başka bir şey olabileceğini düşünmemişler ve mezarı terk etmişler. Genelde Altay halkı “ atalar kültürü” nedeniyle mezarlara müdahale etmediğinden donmuş toprak (permafrost) tarafından korunan mezar çağımıza kadar gizemini korumuş.
Altaylarda Şamanist inançlar hâlâ çok güçlü. Bu çerçevede atalar kültü dolayısıyla ölü kültü, dağ, nehir, su kültleri, eski animist inançlar da sürüyor. İnsan ile doğa arasındaki dengeyi sürdürmek ana amaç.
Türklerin atayurdu, anayurdu Altaylar temsil ettiği müthiş zengin tarihsel ve kültürel mirasın yanı sıra yürüyüş, trekking, tırmanış, dağcılık, dağ bisikleti, rafting, ata ya da deveye binme, off-road, kış sporları olanakları, ormanları, şifalı bitki ve suları, gölleri, şelaleleri, ırmak ve dereleri, mağaraları… ile turizmin yeni gözdesi olmaya aday. Bazı bilinçli Altaylar da bu gelişimin farkında olarak Karakol Doğa Parkı içinde Ekoturizm Merkezi kurmuşlar. Bu parkı kuran “Ruhun Ekolojisi Okulu” girişimini devlet de destekliyor. Parkın girişinde şöyle yazıyor: “ Dünyanın göbek bağı olan Altaylar’da geçmiş nesillerin yaptığı yanlışları düzeltmeyi amaçlıyoruz. Bu gerçekleşince insanlar öldürmeyi, nefreti bırakacaklar, birbirlerini ve doğayı anlamaya başlayacaklar.”
ALTAYLAR VE UNESCO
Altaylarda üç alan 1998 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dahil edilmiştir. Altın Göl (Teletskoye) çevresiyle Altay Parkı, Beluha Dağı çevresiyle Katunski Parkı ve Ukok Platosu. Bu toplam 1 milyon 610 bin hektarlık bir alandır ve steplerden Alp Dağı bitki örtüsüne benzer ormanları, tundraları, biyolojik çeşitliliği ve nesli tükenmekte olan kar leoparını yaşatan bölgeleri kapsamaktadır. UNESCO koruma alanı aynı zamanda Katun, Biya ve Çulişman nehirlerini içine almaktadır. Bu bölge ayrıca İskitler, Türkler, Yenisey Kırgızları, Moğollar, Oyratların kültürel izlerini ve Altaylar için kutsal bölgeleri de içermektedir. Yaklaşık 2500 yaşındaki ünlü ‘‘Altay Prensesi’’ ya da ‘‘Buz Bakiresi ’’ 1993 yılında Ukok Plato’sunda bulundu. Ne yazık ki Altayların kutsal bellediği 2.200-2.700 m yüksekliğindeki bu platodan Gazprom firması Çin’e doğal gaz taşıyacak petrol boru hattı geçirmek istemektedir. Altaylar tabiiki bu projeye karşı çıkmakta, dünya çevrecileri de onları desteklemektedir.
ALTAY CUMHURİYETİ’NDE FİZİKİ VE BEŞERİ COĞRAFYA
Altay Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu’nun 21 özerk cumhuriyetinden biri. 92.600 km2 ‘lik topraklarda 210 bin kişi yaşıyor, bunun da yaklaşık 60 bini başkent Gorno-Altaysk’da bulunuyor. Sovyetler Birliği’nin dağıldığı 1991 yılına göre sayıları azalmakla birlikte nüfusun yaklaşık yüzde 55’i Rus, yüzde 35’i Altay, yüzde 6’sı Kazak. Altay oranı Cumhuriyet’te yaşayan Teleutlar (Televütler, yaklaşık 2500 kişi), Telengitler, Kumandinler, Tubalar, Çalkandular, Altay-Kijiler, Şorlar… gibi Türkçe konuşanlar grubuna dahil olan küçük grupları da kapsıyor.
Altay dil ve lehçeleri Kiril Alfabesi ile yazılıyor. 1931-38 arasında ise Latince Alfabe kullanılmış. Özerk Cumhuriyet El Kurultay diye adlandırılan ve 41 milletvekilinden oluşan parlemento tarafından idare ediliyor.
Orta Asya’da Altay Dağları çevresindeki bölgelerde ortaya çıktığı sanıldığından Türkçe, Moğolca ve Mançu-Tunguz dili gibi üç dilin oluşturduğu dil ailesi Altay Dilleri olarak adlandırılır. Dünyada yaklaşık 50 Altay dili vardır (bazıları yok oldu) ve 140 milyon dolayında insan bu dilleri kullanıyor.
Altay Cumhuriyeti’nde dinsel inançlar oldukça farklı. 2012’de yapılan bir araştırmaya göre nüfusunun yüzde 28’i Ortodoks Hıristiyan, yüzde 6’sı Müslüman (ki bunlar Kazaklar), yüzde 13’ü Burhanizm, Tengrizm inançlı. Nüfusun yüzde 14’ü “tanrısız/ateist”, yüzde 25’i ise herhangi bir dine bağlı olmadığını ifade etmiş. Gördüğümüz o ki hemen hemen tümüyle Ruslaştırılmış adlar taşıyan Altaylar şamanizme, animizme, doğaya inanıyorlar. Bize Üç Enmek Doğa Parkı’nda muhteşem bir gırtlak dinletisi sunan Altay Şarkıcısı Erkemen Epişkin sohbet ederken “Sen neye inanıyorsun?” biçimindeki soruya “Ben doğaya inanırım. Ben doğayı korurum, doğa beni korur” dedi. “Peki, inandığın bir tanrın var mı?” biçimindeki sorumuzu da Türkçe “ O, insanın içindedir” diyerek yanıtladı. Türklerin geldiği yer Altay’da, Atalar Yurdu’nda doğa tapkısı, nehir, su, ağaç, çiçek sevgisi çok yüksek.
Altaylar Sibirya taygaları, Kazakistan bozkırları ve Moğolistan çölleri arasında bir doğal güzellik. Müthiş bir biyolojik çeşitlilik. Tertemiz suların kaynağı olan buzulların 60 km3 olduğu düşünülüyor. 60 bin km uzunluğunda 20 bin kadar nehir, ırmak, dere ve 700 km2’ lik alan kaplayan 7 bin göl var. Ülkenin dörtte biri ormanlarla kaplı. Altay, Beluha ve Katunski doğal parkları koruma altında. Yalnızca 865 bin hektarlık Altay Parkı’nda 1270 bitki, 73 memeli (maral, kahverengi ayı, vaşak, kar leoparı dahil), 300 kuş türü bulunuyor.
Uzmanlar Güney Sibirya dağlarında sekiz bitki kuşağının bulunduğunu yazıyorlar. İğne yapraklı orman diye çevrilebilecek otlar taygalar soğuk tundra kuşağı ile sıcak ya da ılıman kuşaklar arasında yer alır. Altay taygalarında en çok huş ağacı, ladin, köknar, aspen yani bir çeşit kavak ağacı ve Sibirya çamı (pinus sibirica) bulunuyor. Sibirya çamına Ruslar Sibirski kedr yani Sibirya Sediri dediklerinden tüm İngilizce çevirilerde bu ağaç yanlış olarak “sedir ağacı” biçiminde tanımlanıyor.
- “Türklerin İzinde Altın Dağlar”, Hürriyet Seyahat, 7 Temmuz 2013
Fotoğraflar: Emine – Mehmet Uzel