İSTANBUL’DA BEŞ KUTSAL YER
Milliyet Pazar, 7 Aralık 2014
AYASOFYA
Ayasofya Bazilikası tüm zamanların en cüretli, en hayranlık uyandırıcı yapısıdır. Yalnızca Bizans ya da Doğu Roma sanatının en büyük eseri değil, yapıldığı yıl dikkate alındığında orta mekânı örten kubbenin yüksekliği ve çapı açısından dünya mimarlık tarihinin en görkemli yapısıdır. Bazı onarımlarla 1477 yıldır sapasağlam orijinal biçimiyle ayaktadır.
İlk kez Constantinus zamanında, 360’ta ibadete açılan Ayasofya, üstü ahşap çatılı, uzunluğuna gelişen bir yapıydı. 404 yılında çıkan bir ayaklanma sonucunda kısmen yandı. Onarım ancak 415’te tamamlandı. Bu ikinci yapının da ahşap çatılı olduğu biliniyor. İmparator I. İustinianos aleyhine başlayan Nika Ayaklanmasında bir kez daha yanan kilise, ayaklanmayı bastıran imparator tarafından yeniden yapıldı. Günümüze dek gelen formunu bu yapılanmayla kazandı. Kimi kaynaklara göre, yüz ustabaşının idaresinde on bin işçinin çalışmasıyla 5 yıl süren inşaat, 27 Aralık 537’de sona erdi. O zamana dek, dünyada en büyük tapınağın Hz.Süleyman tarafından Kudüs’te yaptırılan olduğu biliniyordu. Yine bazı tarihçiler, Ayasofya’nın açılışında kilisenin görkemi karşısında I. İustinianos’un kendini tutamayıp “Geçtim seni Süleyman” diye bağırdığını aktarır.
Bizanslılarca “Büyük Kilise” olarak adlandırılan yapı, İsa’nın sıfatlarından Kutsal Hikmet’e (Sofia) adandığından Hagia Sofia, Aya Sofya olarak bilinir. Bina, 1204-1261 yılları arasındaki Latin istilasından çok kötü bir biçimde etkilendi. Katolik Haçlılar içindeki kutsal emanetleri,hazinelerini yağmaladılar. Bizanslılar kenti geriye aldıklarında insanlığın bu ortak mirasını onardılar. İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet yapıya Ayasofya Cami-i Kebiri adını verdi.
Herhalde hiçbir Hıristiyan eseri, Osmanlılarca Ayasofya kadar önemsenmemiş, gözetilmemiştir. Bu nedenle yangın, deprem gibi pek çok yıkımla karşılaşan müze, günümüze kadar gelebilmiştir. Binaya II.Selim ve III.Murad döneminde Mimar Sinan 3 adet minare vepayandalar ekledi. Fetih’ten sonra bina çevresine binalar, türbeler konduruldu. Bu dünya mirası eserde büyük emeği geçen isimlerin arasında, Sultan Abdülmecid ve onarım için görevlendirilen İsviçre asıllı mimar Gapare Fossati ile kardeşi Guiseppe gelir kuşkusuz. Fossatiler’in isteği üzerine, Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin celi sülüs hatla yazdığı, üzerlerinde Allah, Muhammet ve dört halifenin adları ile Hasan ve Hüseyin yazan dev boyutlardaki yuvarlak 8 levha, iç mekânda köşelere asılır. Fossatiler aynı zamanda, ek binalar da inşa ederler. Kıble duvarına bitişik yeni hünkâr mahfili ve muvakkithane onun eserleridir.
Ayasofya 1932’ye kadar cami hizmet gördü. Ardından ufak bir restorasyon geçirdi, mozaikleri açığa çıkarıldı. 1964’te müze olarak halka açıldı.
Ayasofya çift narteksli, 3 nefli bazilikal bir mimari plana sahiptir. Mimarisinde özgün olan, çatının bir büyük kubbe ve iki yarım kubbe ile örtülmüş olmasıdır. Merkezi kubbenin çapı, kuzey-güney doğrultusunda 31 metre, doğu-batı doğrultusunda 33 metredir. Kubbe tepeliği yerden 56 metre yüksektir. 537 tarihinde gerçekleştirilen bu boyutlar şaşırtıcıdır.
Havada asılı duruyormuş hissini veren bu kubbenin iç yüzeyinde, yani tavanda Kuran’ın Nur Suresi’nin 35.ayeti yer alır: “Allah göklerin ve yerin Nur’udur…”
Son 30 yıl içinde sürekli tamir gören yapının restorasyonu sırasında 2009 yılında muhtemelen Sultan Abdülmecid dönemindeki onarımlar sırasında üzeri sıva ve metal kapakla kaplanan altı kanatlı melek Serafim’in yüzü ortaya çıkarıldı ve şu anda görülebiliyor. Ayasofya, Osmanlıların Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinopolis’i fethetmesine kadar dünya Ortodoksluğu’nun merkezi olan Ortodoks Patrikliği’nin de merkezi yapısı olmuştur.
AYA YORGI (AYİOS YEORYİOS) PATRİKHANE KİLİSESİ
İstanbul’un 1453’te Osmanlılar tarafından fethinden sonra Ortodoks Patrikhanesi sürekli yer değiştirmiştir. Patrikhane önce kentin ikinci büyük kilisesi olan Havariyun Kilisesi’ne, sonra sırasıyla Zeyrek’teki Pammakaristos Manastırı’na, Fener’deki Vlah Sarayı Kilisesi’ne, Ayvansaray’daki Dimitrios Kilisesi’ne taşınmıştır. Patrikhane son olarak 1599 yılnda bugünkü yeri olan Ayios Yeoryios Manastırı’na yerleşmiştir.
Fener’deki Aya Yorgi ya da Hagios Georgios (Ayios Yeoryios) Patrikhane Kilisesi, yüksek duvarlarla çevrili geniş bir avlu içinde yer alır. Bu avlu içinde ayrıca Rum Ortodoks Patrikhanesi yönetim binası, hizmet binaları, kütüphane, Hagios Kharalampos Ayazması, Rum Ortodoks Kiliselerinin törenlerde kullandığı “mür” denilen kutsal yağın üretildiği bina bulunur.
Kilise, doğu-batı doğrultusunda 36 metre uzunluğunda narteksli, 3 nefli bazilikal dikdörtgen planlıdır. İstanbul’un depremlerinden ve yangınlarından nasibini alan, 1720 tarihli bina günümüzdeki görünümünü 1836 yılında kazanmıştır. Batıda yer alan nartekste bulunan 3 kapıdan eksende bulunanın üzerindeki beyaz mermer kitabede yunanca şunlar yazılıdır: “Bir zamanlar burada, ünlü martir Georgios’un kutsal kilisesi bulunuyordu. Onun yerine şu gördüğün, güzelliği gözleri kamaştıran büyük kilise yapıldı, büyük bir şevkle, Patrik Altıncı Georgios zamanında, başrahiplerin bağışlarıyla ve hali vakti yerinde olan Pammedealıların sağladıkları kaynaklarla. 1836”
Yapının içindeki oymalı ve altın varaklı görkemli ikonostasisi, sedef kakmalı patrik tahtı, Rum marangozluk sanatının doruğu olarak kabul edilir. Bazı kişilerce Patrik tahtı 5.yüzyılın başına tarihlenir. Meryem Ana ve Vaftizci Yahya ikonaları, Ortodokslar için büyük önem taşır. Patrikhane’de ayrıca, üç kadın azizenin; Ayia Efthimia, Ayia Theofano ve Ayia Solomoni’nin röliklerinin saklandığı tabutlar bulunur. Kudüs’ten getirildiği kabul edilen ve İsa’nın bağlanarak kamçılandığı sütun olduğuna inanılan silindir biçimindeki taş da Ortodokslarca çok önemlidir. Ölen patriklerin de son uğurlandıkları yer olan Patrikhane, özellikle Paskalya’larda ziyaretçilerle dolup taşar.
Patrikhane hizmet binasının 1941 yılında yanmasının ardından yüksek mimar Aristidis Pasadeos başkanlığında yeniden inşa edilmiş ve 1989 yılında törenle açılmıştır. Günümüzde İstanbul’da ibadete açık 95 kilise bulunmaktadır.
Kiliseye geçit veren üç kapıdan soldakinden girilirken sehpa üzerinde İstanbul Kilisesini kurmakla görevlendirilen ve 30 Kasım 2014 günü Papa Francis ve Fener Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos’un birlikte gününü kutladıkları Aya Andrea’ya (Aziz Andreas) ait bir resim yer alır. Aya Andrea’nın diğer bazı şehitler gibi + biçimli değil, X biçimli bir haç üzerinde şehit edildiğine inanılır.
SAINT ESPRİT KİLİSESİ
İstanbul’daki Latin Cemaati’nin en önemli yapısı olan St. Esprit Kilisesi Harbiye’de Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi’nin avlusunda yer almaktadır. Aynı avluda Papa XV.Benedictus’a adanmış bir anıt yükselir. Kilise ve ek binaları mimar ağabeyi Gaspare Fossati ile birlikte Ayasofya’nın restorasyonunu gerçekleştiren Giuseppe Fossati tarafından 1846 yılında inşa edilmiş, 1876 yılında katedral statüsü kazanmıştır. 1865 depreminde zarar gören yapı ciddi bir tamir geçirmiştir. Üç nefli, dikdörtgen bazilikal planlı yapı beşik çatı ile örtülüdür. Kilisenin ana girişindeki iki sütun orgun da bulunduğu galeriyi taşır. Altı sütundan oluşan iki diziyle mekân üçe ayrılır. Sağdaki dördüncü sütun üzerinde vaaz kürsüsü bulunur. Sağdaki nef Altınağızlı Aziz Hrisostomos’a adanmıştır, Vaftiz Şepali de burada bulunur. Sunak bölümü son derece görkemlidir. St. Esprit Kilisesi kriptasında bulunan çok sayıda mezar arasında Donizetti Paşa’nınki de yer alır.
İstanbul’daki Latin Cemaati’nin gerçek yükselişi 1839 tarihli Tanzimat ve 1856 tarihli Islahat Fermanı sonrasında gerçekleşir. Levanten Mahallesi olarak Pangaltı doğar. Şehir o zamanlar Taksim’de bitmektedir. 1846’da inşa edilen St.Esprit Kilisesi’nin arazisini alan Papa vekili Monsenyör Hillerau öylesine ıssız bir yerde kilise arazisi aldığı için eleştirilir.
SAINE PIERRE VE PAUL KİLİSESİ
Galata’da, Galata Kulesi’nin dibinde yer alan bir kilisedir. San Pietro ve Paulo Kilisesi (Santi Pietro ve Paulo) olarak da bilinir. Hemen altında Sen Piyer Hanı, kuzeyinde de Galata surlarından kalan nadide kuleler ve duvar kalıntıları bulunur. Kilise Dominikenler tarafından 1841-43 yılları arasında İtalyan Mimar Gaspare Fossati’ye yaptırılmıştır.
13. yüzyıl başında İstanbul’a gelen Dominikenler yerleştikleri manastırdan (bugünkü Arap Camisi) çıkarılınca bir süreliğine San Pietro Kilisesi’ne çekilmişlerdi. Burada 1603 yılında sonradan yanan bir kilise inşa ettiler. Tekrar tekrar yanan kilise yerine 1841-43 yıllarında Ayasofya’yı da restore eden ünlü mimar Gaspare Fossati’ye bugünkü kiliseyi inşa ettirdiler.
Dominiken mezhebinin ibadet anlayışına uygun biçimde tek nefli olarak inşa edilen kilisenin derin ve oldukça gösterişli bir bema bölümü vardır. Bu bölümde basık bir kubbe ile apsisi örten bir yarım kubbe bulunur. Neoklasik ve ampir üslubunun hâkim olduğu yapıda çok güzel heykeller yer alır.
1905 yılına kadar Fransızların egemenliğindeki yapı, bu tarihten sonra İtalyan himayesine geçmiştir.
SAINT ANTOINE KİLİSESİ
Fransızlarca Saint Antoine, İtalyanlarca San Antonio olarak bilinen San Antuan Kilisesi İstanbul’daki en bilinen ve en görkemli Katolik Kilisesi’dir. Kilise, İstanbul doğumlu mimar Giulio Mongeri’nin eseridir ve 1912 yılında tamamlanmıştır. Kilisenin ilk kuruluş tarihi Perşembe Pazarı’nda kurulu 1221 tarihli Theotokos Kyriotissa Kilisesi’ne kadar iner. 1967’de Papa VI. Paul Türkiye’de ilk kez bir Papa tarafından okunan ayini sundu. İtalyan neogotik üsluplu yapı özellikle Noel ayinleri nedeniyle çok popülerdir.