Ansiklopedi Yazıları

FARKLI OLMANIN ADI – DİSK

Türk-İş’ten dışlanmak istenen sendikalardan Maden-İş Basın-İş ve Lastik-İş, bağımsız Gıda-İş Sendikası ile birlikte 15 Temmuz 1966’da Sendikalar Arası Dayanışma Anlaşması’nı (SADA) oluşturdular. Kimi bağımsız sendikalarla yapılan tartışmalardan sonra Maden-İş, Lastik-İş, Basın-İş sendikaları 12 Şubat 1967’de Türk-İş’ten ayrılma kararı verdiler ve aralarına bağımsız Gıda-İş ve Türk Maden-İş Sendikaları’nı da alarak 13 Şubat 1967’de DİSK’i kurdular.


Türkiye’de özellikle 1980 sonrasında, sendikal birliğin Türk-İş’te gerçekleştirilmesini savunun kimi “ilerici” çevreler, bu iddialarına gerekçeler ararken geriye de dönerek DİSK’in kuruluşunun yanlış bir çıkış olduğu görüşünü öne sürdüler.


Bazıları “DİSK biraz deneyimsizlik, biraz da aceleci kararlar sonucu kuruldu”, “DİSK’i Türk-İş’ten ayrılan ya da kendini ihraç ettiren sendikacılar kurdu” diye yazarken, kimileri de “DİSK’e sonradan gidenler Türk-İş yöneticilerinin oyununa geldi” gibisine “komplo teorileri” öne sürdü. Bunlar öznel yaklaşımlar. Oysa bir bütün olarak DİSK’in kendisi nesnel bir olgu.


DİSK bir Kuruluş Bildirgesi ile görüşlerini ortaya koydu. Bu görüşler özet olarak Anatüzük’te de yer aldı. Her iki belge incelendiğinde başlangıçta söylenenlerin DİSK’in sonradan değişik bir bağlamda geliştirdiği söylemden oldukça farklı olduğu görülecektir. DİSK kuruluşta kendisine “devrimci” denmesini uygun görmüştü. Ancak bu niteleme Kuruluş Bildirgesi’ndeki Beslenme Devrimi, Barınmada Devrim, Sağlıkta Devrim, Vergide Devrim… gibi başlıklarda yer alan biçimiyle henüz egemen devlet ideolojisinden kopuşu içermiyordu. Nitekim DİSK, Kuruluş Bildirgesi’nde devrimciliği şöyle tanımlıyordu: “Biz devrimciliği; bugünkü tutucu, gerici, ekonomik, sosyal ve politik ilişkilerin Anayasa uyarınca değiştirilmesi ve Anayasa ilkelerinin hayata uygulanması anlamına, alıyoruz.”


DİSK’in kuruluş günlerinin söylemi işçilerin anayasal yoldan kendi siyasi partileriyle iktidara gelmesini amaçlayan oldukça siyası bir retoriğe sahipti. Planlı devletçiliğin, Anayasanın eksiksiz uygulanmasının, sosyal adaletin gerçekleştirilmesinin istendiği Kuruluş Bildirgesi’nde “işçi sınıfının devlet yönetiminin her kesiminde söz ve karar sahibi olması” amaç gösteriliyordu. Buradaki “karar sahibi olması” tanımlaması oldukça ileri bir amaçtı.


DİSK’in Dört Mücadele Yılı adıyla Şubat 1971’de yayınlanan bir broşürde ise Kuruluş Bildirgesi’ndeki görüşler tekrarlanmakla birlikte şöyle denilecekti: “DİSK topluluğu… geri bırakılmış Türkiye’de sendikacıların mutlaka ilerici Anayasamızın ilkelerine sahip çıkarak politika yapmaları, kendi partileri içinde görev almaları, kendi partilerinin iktidara gelmesi için mücadele vermeleri gerektiği görüşünü savunmuştur… İşçi sınıfının ideolojisi sosyalizmdir. Bu nedenle sendikalar bir yandan ekonomik mücadeleyi sürdürürken, öte yandan da işçi sınıfını kendi ideolojisine sahip çıkaracak eğitimi yapmak zorundadırlar.”


Aynı broşürde ayrıca “DİSK ise, Türkiye’nin geri kalmışlıktan, içine düştüğü emperyalizm ağından, tüm haksızlıklardan kurtulabilmesinin tek öncü, devrimci gücü olmuştur” biçiminde oldukça tartışmalı bir cümle yer alacaktı.


Daha kuruluş günlerinde 14 Şubat 1967 tarihli ANT dergisinde yer alan yazısında Fethi Naci “Büyük bir eğitim faaliyetine girişmesi zorunlu olan DİSK yöneticilerinin dikkat edecekleri en önemli husus, sendika ile parti arasındaki mahiyet farkıdır” diyerek oldukça önemli bir ön uyarıda bulunacaktı.


DİSK’in kuruluş günlerindeki yaklaşımı daha sonra DİSK Davası’nda askeri savcılarca iddia edildiği gibi, yasalara uygun sözler kullanma kaygısından kaynaklanmıyordu. Bu söylem son derece samimi idi ve 1967’deki Tip söylemini yansıtıyordu. Bu söylem içinde işçi sınıfının asgari programı ya da azami programında olması gereken hedefler aynı anda sıralanabiliyordu.


DİSK’in başlangıçta ortaya koyduğu görüşler Batı Avrupa’da sosyal demokrat partiler ile içiçe çalışan sendikal merkezlerin yaklaşımlarını andırmakla birlikte, “sınıf” sözcüğünü vurgulaması, işçi sınıfına politikada “karar” yetkisi tanıması ile onlardan ayrılıyordu. İşçi sınıfının politik mücadele geçmişi çok güçlü olmayan azgelişmiş bir ülkedeki bu sendikal yaklaşım 1967 dünya koşullarında oldukça doğaldı.
Ancak kuruluş ilkelerindeki eksiklikler, muğlaklıklar, çelişkiler ne olursa olsun, Türkiye’de bir sendikal kuruluş Anatüzüğünde ilk kez sendikal mücadelenin yetmezliği ve siyasi mücadelenin gerekliliği açıkça vurgulanıyordu. Bu sendikal hareket açısından son derece önemli bir gelişmeydi. Böylesi bir yaklaşım “partilerüstü sendikacılık” şemsiyesi altında AP ya da CHP’de politika yapan sendikacı milletvekilleri başta olmak üzere Türk-İş’li sendikacılar tarafından şiddetle eleştirildi. DİSK kuruluş yıllarını kendisine yönelik “komünist” suçlamasına karşı yoğun bir savunma ile geçirdi. Henüz Tip içinde ayrılıkların su yüzüne çıkmadığı 1967-70 döneminde ülkenin tüm sosyalistleri, tüm demokratları, tüm ilericileri, zaman zaman DİSK’li sendikacılara rağmen DİSK için çalıştı. Özellikle İstanbul’da ’68 Kuşağı’nın bir kısmı sürekli fabrika kapılarındaydı.


1967-69 döneminde kimi gençlik kuruluşu liderleriyle Tip içinde birlikte olmanın verdiği güven ile DİSK’li sendikacıların gençlik kuruluşlarıyla ortak bildiri yayınlaması, birlikte eyleme girişmesi, üniversite gençliği kuruluşlarını desteklemesi DİSK’in kuruluş yıllarının olumlu yanlarıydı.
Öte yandan DİSK aynı yıllarda Çemberlitaş’taki bır kata hapsolmuştu. Gerekli örgütlenmeyi ve eğitimi gerçekleştiremiyor, Tip çevresindeki ilerici, sosyalist nitelikli işçileri sendikal mücadeleye kanalize edemiyordu. Sendikal örgütlenme esas olarak İstanbul-İzmit hattını ve genelde özel sektörü içeriyordu. Henüz Türkiye çapında yaygınlık kazanılamamıştı. Grev hakkı olmayan memur sendikaları ile gerekli bağlar kurulamamıştı. Genel Başkana aşırı yetkiler tanıyan Anatüzük zaman zaman sorunlar yarattı. Kimi durumlarda da DİSK Anatüzüğündeki muğlak yaklaşımlar ile çelişen düzenden yana açıklamalar yapıldı.


Çeşitli olumsuzluklara rağmen o günkü koşullarda Türk-iş sendikalarının 1 günlük ücrete aldıkları zammı DİSK sendikaları 2-3 saat için elde etmeye başlayınca işçilerin DİSK’e yönelişi hızlandı. Bu arada DİSK içinde işçiler zaman zaman yöneticilere rağmen yeni eylem türleri denediler. Derby, Türk Demir-Döküm, Singer fabrikaları işgalleri bu çabaların unutulmaz örneklerini oluşturdu.


15-16 Haziran 1970 DİSK için bir dönemeç oldu. 31 Aralık 1961 ‘deki miting bır yana bırakılırsa DİSK üyeleri Türkiye işçi sınıfı tarihinde kez etkin, kitlesel bır eylem gerçekleştirdi. Bu, DİSK’i DİSK yapan büyük eylemlerin ilki idi. Direnişin nedeni özelde DİSK’i kapatmak, genelde sendika özgürlüğünü kısıtlamak amacıyla AP iktidarınca getirilen yasa taslağı idi. Bu taslağa aralarında sonradan DİSK Genel Başkanı olacak olan Abdullah Baştürk’ün de bulunduğu Türk-İş’li parlamenterler olumlu oy verdi. DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler 15-18 Haziran Direnişi sırasında olayların kendilerinin de beklemediği bır konuma girmesi üzerine radyodan işçileri uyarırken, o dönemin DİSK Genel sekreteri Kemal Sülker şöyle diyordu: “Girişilen tahripkâr eylemle ilgimiz olmadığını içişleri Bakanı’na söyledik. Ve kesinlikle bu tahripkâr olayları tasvip etmediğimizi bildirdik. Ayrıca işçilere de radyoda bir uyarma yaparak kötü cereyanlara alet olmamalarını istedik.”


12 Mart Müdahalesi’nden az bir süre önce yayınladığı broşürde “işçi sınıfının ideolojisi sosyalizmdir” diyen DİSK, 12 Mart Müdahalesi’ni ise şöyle değerlendiriyordu: “DİSK, Atatürk devrimlerinin ve Anayasa ilkelerinin korunmasında, uygulanmasında ve geliştirilmesinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yanında olduğunu belirtmekten kıvanç duyar. Parlamentodan çıkarılan Anayasaya aykırı kanunlar ve hükümetin ısrarla yürüttüğü Anayasa dışı uygulamalar, sosyal patlamalara yol açan tutum ve davranışlar memleketi bir kardeş kavgasının eşiğine getirmiştir. İşte böyle bir ortamda memleketin beceriksiz ellerde, emekçi halkımızın da perişanlığını artıracak bir yuvarlanmayı gören ve Türk Milleti’nin bağrından oluşan Silahlı Kuvvetlerin bu vahim durum karşısında aldığı kararlar işçi sınıfımızın devrimci kesiminde büyük bir ferahlık yaratmıştır.”


12 Mart askeri müdahalesini ilk günlerde çok sayıda ilerici kuruluş da desteklemişti. Ne var ki, konumuz açısından yukarıdaki sözler DİSK’in o günlerde “sosyalizm” sözcüğünü kullanmakla birlikte, resmi ideolojiden kopamamış olduğunu gösterir. DİSK, bu söylemi 12 Mart Dönemi’nde “günü kurtarmak” amacıyla kullanmaya devam etti. Bu dönemde DİSK’li sendikacıların tek sorunu doğal olarak “kapatılmamak”tı.


DİSK, 1967-71 arasında genel olarak Tip’i destekledi. DİSK kurucularından Kemal Nebioğlu ve Rıza Kuas 1965 seçimlerinde TİP’ten seçilerek TBMM’ye girdiler. Rıza Kuas 1969’da yeniden seçildi. 1968’de DİSK ve Maden-İş Başkanvekili Şinasi Kaya TİP’ten İstanbul Belediye Başkanı adayı olmuştu. DİSK 1969 genel seçimlerinde ve ara seçimlerde TİP’e oy verilmesi çağrısında bulundu. 1969’da TİP adına radyodan konuşanlar arasında DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler de vardı ve konuşmasında CHP’yi ve Bülent Ecevit’i çok sert eleştirmişti.


Bu görüntüye rağmen DİSK ile TİP arasında kurulması gereken ilişkiler hiçbir zaman oluşturulamadı. DİSK ile TİP hiçbir zaman bütünleşemedi. Daha yüksek ücret, daha iyi sözleşmeler nedeniyle DİSK’e kazanılan işçiler sosyalizme kazanılamadı. Bu olumsuzlukta en büyük pay DİSK’li sendikacılarındı. Uvriyerist yaklaşımlarını TİP içinde yarıdan bir fazla “işçi” çoğunluğu gerektiren tüzük hükmüne dayanarak korumaya çalışan DİSK’li sendikacılar, çeşitli kademelerinde yer almış olsalar bile hiçbir zaman tam bır TİP’li olamadılar. DİSK’li sendikacılar açısından önce sendikalizm, sonra TİP geldi. TİP’lileri günlük sendikal mücadelede sonuna kadar kullanan sendikacılar, aynı TİP’lilerin DİSK tabanında siyasi çalışma yapmasını engellediler.


DİSK Genel Başkanı 1971’deki 4. TİP Genel Kurulu’nda görev almadı. 12 Mart sonrasında TİP’in kapatılmış olması kimi DİSK’li sendikacıları politik olarak özgürleştirmişti. Artık üzerlerinde TİP’in ideolojik etkinliği kalmamıştı. 1973 Genel Seçimleri sonrasında koşullar değişmişti. DİSK Genel Başkanı “Halk Sektörü”nü övüyordu. DİSK 1973 genel seçimlerinde ve onu izleyen yerel seçimlerinde CHP ‘ye oy verilmesi çağrısında bulundu. DİSK bu çağrıyı 1977 ve 1979’da tekrarladı. 1979’daki tek farklılık, sosyalistlerin baskısı ile CHP’yi destekleme kararında sosyalist partilere de oy verilebileceğinin belirtilmesi idi.


1974 ile birlikte bağımsız ya da Türk-İş’ten ayrılan CHP yanlısı sendikacıların etkin olduğu sendikalar DİSK’e üye olmaya başladı. CHP ile ilişikler düzeltildi. Öznel olarak tanımlarsak, DİSK’in “CHP’lileştirilmesi” başlamıştı. Gerçekte hem DİSK, hem de CHP bir değişim geçirmekteydi. Bu olgu TİP bağlamında nicel olarak gelişemeyen DİSK’in üye sayısının artmasına yol açtı. Ancak bu nicel gelişme, örgütsüz ya da Türk-İş’te örgütlü işçilerin DİSK sendikalarında örgütlendirilmesinden çok, sendikaların DİSK’e katılımı ile gerçekleşiyordu.


Yine de 1974 sonrasında DİSK, işçilerin tek sendikal umudu idi. 12 Mart öncesindeki geleneğiyle DİSK, sınıf içinde direnişin, kavganın adı olmuştu.


Mayıs 1975’teki V. Genel Kurulda sosyalist olarak bilinen sendikacılar yönetim dışında kaldı. Genel Kurul sonrasında “ilerlemeciler” olarak adlandırılan politik bir yapılanma DİSK’te egemen oldu. Siyasi parti-sendikal örgütlenme farklılığı ve ilişkisi açısından son derece önemli yanlışlar içeren görüşleriyle bu yapılanma sendikal örgüte siyasal işlev yükleyen, ikameci, sekter, ultimatomcu tavırları ile önemli yanlışlar üretti. Bu arada DİSK Anatüzüğü gereği birleşmesi gereken üye sendikalar arasındaki sorunlar, CHP yanlısı sendikacılar lehine çözüldü. Bazı sendikacılar DİSK’ten ihraç edildi. CHP’li sendikacılar “ilerlemeciler” ile birlikte muhalif sendikacıları tasfiye etti.


Örgüt içi olumsuzluklara rağmen 1975-1977 arasındaki bu dönemde önemli kitlesel eylemler gerçekleştirildi, yayın ve eğitim çalışmalarına ağırlık verildi. 1975’teki Demokratik Hak ve Özgürlükler Mitingleri’nden sonra 1 Mayıs işçi Bayramı 1976’da DİSK tarafından kitlesel olarak kutlandı. Aynı yılın Eylül’ünde Devlet Güvenlik Mahkemeleri yasa tasarısına karşı Genel Yas Eylemi ile direnen DİSK, siyasal içerikli bir genel grevi gerçekleştirmiş oldu. Ne var ki, DGM Direnişi sonrasında işten atılan işçilere yeterince sahip çıkılamadı. “DGM’yi ezdik, sıra MESS’de”, “grup sözleşmesine hayır” gibi gerçekçi olmayan sloganlar acı sonuçlar getirdi.


Bu dönemde DİSK ilkeleri “demokratik sınıf ve kitle sendikacılığı” başlığı altında yeniden tanımlandı. DİSK’in “istemler” paketi oluşturuldu. İstemler arasında en önemli olanı TCK’nın 141. ve 142. maddelerinin kaldırılması talebi idi.


V. Genel Kurul sonrasında sosyalist olarak bilinen sendikacıların tasfiyesi işinde CHP’li sendikacılar “ilerlemeciler” ile ittifak içindeydi. Ama CHP operasyonu tamamlanınca balayı sona erecekti. DİSK Genel Başkanı’nın CHP’liler arasında önemli rahatsızlıklara UOC çağrısı bardağı taşıran son damla oldu. Yönetimde yollar ayrılıyordu. Üstelik artık yönetimi Maden-İş’ten devralabilecek 120 bin üyeli bir Genel-İş DİSK üyesi olmuştu. “ilerlemeciler” ile birlikte sosyalistleri tasfiye edenler bu kez “ilerlemeciler” ile hesaplaşmaya giriştiler. DİSK’te ikili yönetim oluştu. 4’ler, 3’ler tartışması, basına kadar yansıyan suçlamalardan sonra, Aralık 1977’deki VI. DİSK Genel Kurulu’nda, 2 dönem CHP milletvekilliği yapmış, Türk-İş içindeki 1971-74 döneminin sosyal demokrat sendikacılık hareketinin lideri, Genel-İş Başkanı Abdullah Baştürk DİSK Genel Başkanlığı’na seçildi.


1966’da Türk-İş içinde yolları ayrılanlar ile 1966-75’lerini Türk-İş’te Demirsoy-Tunç ekolüyle, 4’ler Raporu (sonradan 12’ler Raporu, 24’Ier Raporu) gibi belgelerde DİSK’e yönelik suçlamalarla geçiren “sosyal demokrat” sendikacılar sonunda DİSK yönetiminde bir araya gelmişlerdi. Ama Türkiye’nin toplumsal ve politik gerçekleri, militan, ileri işçilerin baskısı, yine de yeni DİSK yöneticilerine “bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm” dedirtiyordu.


Milliyet gazetesi Genel Yayın Müdürü Abdi İpekçi’nin DİSK Genel Başkanı Abdullah Baştürk ile yaptığı ve 16 Ocak 1978 tarihli Milliyet gazetesinde yayınlanan röportajda DİSK genel başkanı şöyle diyordu: “DİSK bir sendikal örgüttür. DİSK’e sendikal örgütlere insanlar siyasal kanaatları aynı oldukları için değil, fakat ekonomik çıkarları aynı olduğu için girerler… DİSK, sosyalist bir örgüttür. Yani ideolojik yönü belirlenmiş, kendi yetkili karar organlarında saptanmış bir örgüttür… CHP’nin üst düzeydeki yönetimi de, milletvekili seçildiğim seçim çevreleri de, parlamento içinde birbirimizi tanıyan milletvekilleri de ve partinin pek çok yönetici kademeleri de benim bir sosyalist olduğumu bilirler idi.”

Ekonomik koşulların ağırlaşması, sömürünün artması, Sosyalist örgütlenmelerin yarattığı ivmeler, kendiliğindenci mücadelenin militanlaşması, hepsinden de önemlisi faşist saldırıların yaygınlaşması nedeniyle 1978- 80 dönemini DİSK, geçmiş yıllara oranla daha eylemli geçirdi. Kanlı 1 Mayıs’ın ardından 1 Mayıs 1978’in yine görkemli olarak kutlanması, Türkiye işçi sınıfı tarihinde işçi-memur, DİSK’li-Türk-İş’li 800 bine yakın çalışanın katılmasıyla en yaygın işçi eylemi olan 2 saatlik iş bırakımı, yani 20 Mart Faşizme İhtar Eylemi, Kahramanmaraş Katliamını Protesto Eylemi, 30 Nisan 1980 Eylemi, 4 demokrasi mitingi, 12 Şubat, 15-16 Haziran kutlamaları, faşistlerce hunharca katledilen DİSK eski Başkanı Kemal Türkler’in cenaze töreni ve katılama yönelik protestolar bu dönemin önemli eylemleriydi.


Bu dönemde DİSK’in CHP hükümetinin getirdiği ve Türk-İş’in imzaladığı Toplumsal Anlaşma’yı reddetmesi ayrıntılarıyla tartışılması gerekli bir başka olgu. Ancak DİSK, CHP hükümeti döneminde olabildiğince eleştirel davrandı. İstemlerini sık sık yazılı olarak iletti, faşizme karşı mücadeleye dikkat çekti. 20 Mart Faşizme İhtar Eylemi’ni iktidara rağmen örgütledi. Yine bu dönemde DİSK’le sendikalaşma mücadelesi veren demokratik kuruluşlar arasında daha sıcak bağlar kuruldu, birlikte önemli çalışmalar yapıldı, DİSK, TÖS-DER’i onursal üyeliğe kabul etti.


Örgütsel olarak kimi üye sendikaların tüzüklerindeki tartışma konusu olan anti-demokratik maddeler, ortak bir tüzük taslağı ile aşılmak istendi. DİSK Araştırma Enstitüsü ve DİSK Eğitim-Kültür Merkezi (OKM) kuruldu. DİSK, 1973 sonrasında üyesi olan belediye, banka ve bazı kamu sektörü işçileriyle birlikte 1979’da artık Türkiye’nin en ücra köşelerine kadar örgütlenmişti. Kimi olumsuzluklara rağmen örgüt içindeki iletişim oldukça gelişti. Bunun en güzel örneği, çok kısa zamanda örgütlenen 20 Mart Faşizme İhtar Eylemi’nin başarıya ulaşmasıdır.


1970 sonlarında DİSK, ekonomik mücadeledeki militanlığı, faşizme ve emperyalizme karşı kararlı tavır alışı ve siyası içerikli açıklamalarıyla nicel gücünün üstünde bir etkinlik kazanmıştı.


“Sendika ağalığı”, ya da öne çıkan militan işçilerin budanması türünde suçlamalara maruz kalan DİSK içinde 1978-80 arasında çok sayıda yıllanmış sendika lideri seçimle değiştirildi. Ancak yapılan olumlu işlerin yanı sıra, küçük işyerlerinin örgütlenmemesi, toplu sözleşme ve grevlerde kimi taktik yanlışlara düşülmesi, eğitimin yeterince yaygınlaştırılmaması, tasfiyelerin varlığı, eylemlerden dolayı işsiz kalan işçilere uzun vadede sahip çıkılmaması bu dönemin olumsuzlukları arasında sayılmalıdır.
1975-77 dönemine oranla daha demokratik bir yönetimin gerçekleştirildiği 1978-80 döneminin en olumsuz olayı, Onur Kurulunca 4 sendikanın geçici olarak DİSK’ten ihraç edilmesiydi. Ancak geçici ihraç süresinin bitiminden sonra gerçekleştirilen son DİSK Genel Kurulu’nda ihraç kararları tartışılmadan taraflar arasında yönetim için uzlaşma sağlandı. 2 Temmuz 1980’de sona eren VII. DİSK Genel Kurulu’ndaki en önemli olay ise 12 üye sendikanın son gün genel kurul çalışmalarına katılmayarak, bir basın açıklaması ile yönetimde görev’ almayacaklarını bildirmeleri idi.


1976’da DİSK, “DİSK, CHP, burjuvazi” üçgeninin bir ayağı olarak nitelendirIIdi. 1979’dan sonra özellikle gelişen siyasi mücadele bağlamında DİSK yöneticileri, “ağalığı, teslimiyetçiliği” bazı siyasi grupların temel eleştiri konuları idi. Çeşitli siyasal oluşumlar DİSK sendikalarını yeterli görmediklerinden “alternatif” sendikalar kuruldu. Solun bölünmüşlük ortamında kimi sosyalist siyasi partiler “faşizme karşı DİSK bizi birleştirsin” çağrıları yaptı.


12 Eylül 1980’de yeniden “ordu kılıcını attı” DİSK’liler hapishaneye gönderilirken Türk-İş Genel Sekreteri bakan oldu. Bazı kişisel olumsuzluklara rağmen, Askeri Mahkemede DİSK ve Türkiye İşçi sınıfı savunuldu. DİSK’li sendikacılar askeri mahkemelerde kendilerinden beklenebilecek ortalama düzeyden daha yüksek bir performans gösterdiler. Sonuçta 12 Eylül’e gelirken tabanda saygınlık yitirmeye başlayan kimi DİSK’li yöneticiler 12 Eylül sonrasında yeniden itibar kazandılar. Olayın paradoksal yanı da buydu.


Acı olan, yarım milyonluk işçi tabanının hapishanedeki DİSK’lilere sahip çıkamaması idi. Tüm baskılar sonunda mahkeme salonunda boş kalan dinleyici tribünleri 1967-80 mücadele döneminin boyutlarını sergiliyordu.
İlk kez DİSK ile birlikte sendikal düzeyde ve kitlesel yaygınlıkta Işçi sınıfının varlığı ve sınıf mücadelesi savunuldu. Temsilcileri seçerek belirleme, toplu sözleşme taslağını katılım ile hazırlama, toplu sözleşme ya da grevleri oylama ile sonuçlandırma ilkeleri DİSK ile ete kemiğe büründü. İşçi konseyleri, işyeri komiteleri DİSK sendikalarında tartışıldı. DİSK ile işyerlerindeki militan işçiler öne çıktı. DİSK ile işçiler, işçi olduklarını algıladı.


Bir ülkenin sendikal hareketindeki gelişmelerin kaynağı işçi kitlelerindeki değişimdir. DİSK’te gerek kurucuların, bir Kemal Türkler’in, bır Rıza Kuas’ın, gerekse DİSK’e sonradan gelen sendikacıların katkısı büyük. Ama DİSK’in kuruluşu ve gelişimi, bir avuç sendikacının iradı başarısı değil, somut ekonomik, toplumsal ve siyasi koşullarda yeni arayış içinde olan işçi kitlelerinin yeni bir sendikacılık anlayışına yönelmelerinin nesnel bir ürünü. DİSK için mücadele eden sıradan işçilerden, işçilerin DİSK üyesi olmaları İçin uğraş veren öğrenci gençliğe, Derby’de, Demir-Döküm’de, Singer’de, Antalya’da, Kars’ta, Ceylanpınar’da, Edirne’de mücadele edenlere kadar DİSK tüm işçilerin, demokratların, sosyalistlerin, bir toplumsal muhalefetin ortak ürünü.


Bu nedenle DİSK’in üye sayısı kısa zamanda 35-40 binden yarım milyona ulaştı. DİSK işçilerin gözbebeği olurken, sermaye sınıfının korkulu rüyası haline geldi. Hakkından gelinmesi istenen ilk hedef oldu.


Her şeye rağmen, işverenlerden, siyasi iktidarlardan, devletten bağımsız sendikacılık anlayışı ile. Tabanın söz ve karar sahibi olması ilkesi ile. Sendikal mücadeleyi, demokrasi mücadelesiyle içiçe sürdürmesi ile. İşçilerin bir sınıf olarak siyasi mücadele hakkını savunması ile. Hızla harekete geçebilme ve kitleleri canlı olarak kavrayabilme yeteneği ile. İşçilere işyerlerinde gerçek kimlik kazandırması ile. Sendikal birliği “İlkelerde birlik, tabanda birlik” ilkesiyle savunması ile. Kısacası DİSK’i DİSK yapan ilkeleri ile.


Bugün gerilere bakıldıkça DİSK’e ilişkin tüm olumsuzluklar DİSK’in ikincil yönünü oluşturur. DİSK’in birincil yönü şudur: DİSK devlet sendikacılığına karşı ilk ve ciddi alternatiftir. Resmi ideoloji ile sendikal bağlamda ilk hesaplaşma çabasıdır. Türkiye sendikacılık hareketi sınıf için ne kazandıysa DİSK ile kazandı.

“Farklı Olmanın Adı: DİSK”, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt: 7, s. 2290-91, İletişim Yayınları, İstanbul 1988.

LinkedIn
Share
Instagram