Gezi Yazıları

KAPADOKYA

Doğu ile Batı’nın sarmaş dolaş olduğu, halkların, dillerin, dinlerin, kültürlerin birbiri içinde eridiği bir pota, değer biçilemez bir kültür mirası hazinesi… İşte Kapadokya. Faruk Pekin anlatıyor…

Yeni yerler keşfetmek isteyenler, eşsiz manzaralar arayanlar, fotoğraf tutkunları, tarih ve sanat amatörleri, Bizans sanatı tutkunları ve yürüyüşler için benzeri bulunmayan bir cennet.

Kapadokya, Aksaray-Kırşehir Kayseri-Niğde il merkezlerinin oluşturduğu dörtgen içinde kalan bölgeye eski çağlarda verilen ad. Herodotos’a bakılırsa Pers dilinde “güzel atlar ülkesi” anlamına gelen Katpatukya sözcüğünden türetilmiş.

Kapadokya bugün yalnız doğal oluşumları, kiliseleri, benzersiz freskleri ve yeraltı kentleri ile değil, ayrıca çevredeki Selçuklu ve Osmanlı eserleri, camileri, kervansarayları, kümbetleri ile Türkiye’de yerli ve yabancı turistlerin en fazla ilgisini çeken bölge durumunda.

Bölgenin Oluşumu

Bölge, Anadolu’daki genç volkanizma ile oluşan Hasandağ (3266 m), Melendiz Dağı (2963 m) ve Erciyes Dağı (3917 m) gibi üç büyük yanardağ ile daha küçük sayıda yanardağın milyonlarca yıl süren püskürmeleriyle oluşan ortalama 100 metre kalınlığındaki volkanik örtü ile kaplı. Hasandağ’da volkanik etkinlik değişik aralıklarla ikibin yıl öncesine kadar sürdü.

Kuzeyde Kızılırmak, güneybatıda Melendiz, güneydoğuda Mavrucan gibi nehirlerin yatakları bölgenin hidrografik yapısını belirliyordu. Küçük kaynak suları volkanik örtüyü aşındırarak, bu nehirleri besleyen kollara ulaşıyordu.

Yanardağ tüflerinden, lav blok ve parçalarından oluşan volkanik örtü, yağmur, sel suları, nehirler, rüzgârlar ve aşırı ısı değişmeleri ile aşınmaya uğradı. Bölgede dar ve derin vadiler, sivri kaya tepecikleri, konik ve sütunsal kayalar, değişik oluşumlar meydana geldi. Toprak aşınması bazalt taşlara rastladığında onun altındaki toprak kitlesini götüremediğinden garip konik, yapılar, sütunlar oluştu. Koruyucu iri takkelerin şapka gibi üstlerinde kaldığı bu kaya oluşumlarına yöre halkı peribacaları adını verdi. Bunların yüksekliği bazı yerlerde 40-45 metreye ulaşmakta. Peribacaları dünyada benzeri bulunmayan eşsiz bir doğa harikası.

Arazinin genelde kolayca işlenebilen ve işlendikten sonra sertleşen tüf adı verilen maddeden oluşu, insanoğluna yeni bir olanak sağladı. Peribacaları ve volkanik örtüyü daha sonra insanlar oyarak yeni bir yerleşme biçimi geliştirdiler: İki-üç katlı evler, kiliseler, camiiler, yeraltı kentleri, güvercinlikler, limonluklar (soğuk hava depoları)… Bu yapıların ilgi çekici özelliği içlerinin kuru oluşu, rutubetin bulunmayışı ve yaz-kış içerdeki sıcaklığın değişmemesidir.

Böylece ortaya doğanın ve insanın uyumlu bır ürünü olan eşsiz jeolojik-tarihsel-sanatsal bir mekân çıktı. Kapadokya’da jeolojik aşınma ve yeni peribacalarının oluşum süreci bugün de sürüyor. Kaybolan sütunların, konilerin yerini yenileri alıyor.

Öte yandan bu tarihi ve doğal çevre bugün doğanın ve insanoğlunun yoğun bir tahribatı ile karşı karşıya.

UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesi içinde yer alan Kapadokya’nın hızlı bir biçimde koruma altına alınması gerekiyor.

Kapadokya toprakları son derece verimli. Elma, kayısı, armut, soğan ve patatesin yanısıra ünlü Kapadokya şarabının yapıldığı üzüm yetiştirilir bu topraklarda. Kapadokya’nın şarap kültürü ilk çağlardan bu yana dünyaca ünlü. Çiftçiler daha fazla verim için güvercin gübresinden yararlanmışlar. Güvercin gübresi elde etmek ıçin de kayalara güvercinlikler oymuşlar.

HATTİLERDEN GÜNÜMÜZE

Kapadokya yöresinin tarihi Orta Paleolitik döneme kadar inmektedir. Melendiz dağının doğu yakasında çeşitli obsidyen araçlar bulunmuştur. Acıgöl’ün 4 km batısındaki İğdeli Çeşme yakınındaki Aşıklı Höyük ve yine Niğde sınırları içinde beş ayrı yerleşme yeri Neolitik döneme tarihlenmektedir.

Yöredeki asıl yerleşme Hattiler ve Asur Ticaret Kolonileri ile başlar. Aksaray’ın kuzeybatısındaki Acemhöyük, İlk Tunç Çağı’ndan (İÖ III. Bin) gelen bir yerleşim yeridir. Sulucakarahöyük’te (Hacıbektaş) yapılan kazılarda Hitit, Frigya, Roma ve Bizans dönemi buluntularına, Avanos’taki Topaklı Höyüğü’nde ise Eski Hitit ve Orta Hitit’e tarihlenen buluntulara rastlanmıstır.

Bölge sırasıyla Neolitik dönemi (İÖ 7000-5000), İlk Tunç Çağı’nı (3000-2000), Asur Ticaret Koloniler Çağı’nı (2000-1750), Hitit Krallık ve İmparatorluk dönemlerini (1650-1460-1200) yaşadı. İÖ 1200’de bölgeye Ege kavimleri uğradı. İÖ VII. yüzyılda Kimmer-İskit akınlarına sahne oldu. Kapadokya, Asur, Pers ve Med yönetimlerinden sonra İÖ 332-İS 17 yılları arasında kurulan Kapadokya Krallığı zamanında çalkantılı bir dönem geçirdi. İS 17’de Roma İmparatorluğu’nun bir parçası olan Kapadokya, 395’te Doğu Roma İmparatorluğu’nun (Bizans) egemenliğine girdi. VII. ve IX. yüzyıllardaki Arap akınlarından sonra bölge zaman zaman Anadolu Selçukluları’nın çeşitli beyliklerinin egemenliğine tabi oldu. 1466’da kesin olarak Osmanlıların eline geçti. Kapadokya, Hıristiyanlığın erken yayıldığı bir bölge. St. Paul’ün bu bölgeyi gerçekten ziyaret edip etmediği henüz kesinleşmiş değil. Ancak bölge IV. ve V. yüzyıllarda önemli bir dinsel merkezi oldu. Ortodoks inanca ve manastır yaşamına ilişkin kurallar ilk kez Kapadokya’da biçimlendi. Sonradan Kayseri piskoposu olan St. Basil (Aziz Büyük Besileios), Nazianzuslu (Nenezi, bugünkü Bekârlar) St. Gregory (Aziz Gregor Teologos) ve kardeşi Nyssalı St. Gregory ile birlikte manastır yaşamının, keşişliğin kurallarını burada oluşturdu. St. Basil, münzevilik yerine sevgi ve kardeşliğe, birlikte üretim-birlikte paylaşımı dile getiren komünal yaşama dayalı bir manastır anlayışını ortaya koydu. Bizans İmparatorluğunda 726-843 yılları arasındaki Ikonoklazma (Tasvir Kırıcılık) döneminde kutsal tasvirlerin (ikonlar) kullanılması yasaklandı. Bu yasağın kalkmasından sonra X-XII. yüzyıl arasında da freskler yeniden kiliselerin duvarlarını süsledi.

Selçuklular Anadolu’yu fethettiklerinde, Anadolu’da yaşayan Hıristiyan ve Yahudilere hoşgörüyle davrandılar.

Bir mitler bölgesi olan Kapadokya aynı zamanda hoşgörü, kardeşlik ve sevgiden sözeden Mevlâna, Ahi Kardeşlik Örgütü kurucusu Ahi Evren ve Bektaşi dervişlerinin babası Hacı Bektaş Veli gibi kişilere de yurt oldu.

Bölgedeki Anadolu Ortodoksları Türkler ile kaynaşarak zamanla kendi dillerini unuttular. Türkçe konuşup, Grek harfleriyle Türkçe yazdılar. 1924 Lozan Antlaşması gereğince bu topluluklar Rum sayılıp Yunanistana gönderildi.

GÖRÜLECEK YERLER

Bugün Kapadokyada daha çok Nevşehir-Ürgüp-Avanos üçgeni içinde kalan yerler ünlenmiş durumdadır.

Bu üçgen içindeki Göreme Açık Hava Müzesi, Göreme (Eski Avcılar), Urgüp, Avanos, Uçhisar Kalesi, Zelve Vadisi, Derinkuyu ve Kaymaklı Yeraltı Kentleri Kapadokya’nın görülmesi şart yerleridir. Otobüslü turlarla, grupla seyahat eden ve bölgede en az 1,5 gün kalan turistler bile hızlı biçimde de olsa bu güzelliklerin tamamını görüyor. Ancak Kapadokya yalnızca bu üçgenden ibaret değil. Bir başka Kapadokya daha var. Bölgenin o kısımları da görülmeden tüm Kapadokya’yı kavramak olanaksız. Görülmesi gerekli diğer güzellikler de şunlar: Ihlara Vadisi, Gelveri (Güzelyurt) ve Manastırlar Vadisi, Mazı Yeraltı Kenti, Eski Çavuşin, Ortahisar çevresi, Özkonak Yeraltı Kenti ve Belha Manastırı, Kızılçukur, Güllüdere, El Nazar Vadileri, Tağar Kilisesi, Kültepe, Sultan Sazlığı, Kayseri, Niğde, Nevşehir, Eski Gümüşler Manastırı, Nevşehir Açık Saray, Karşı Kilise, Gülşehir ve Hacı Bektaş Veli Müzesi.

“Kapadokya”, Skylife, Haziran 1991, s. 68-79