Gezi Yazıları

AFRİKA’NIN HENÜZ KEŞFEDİLEN İNCİSİ: LİBYA*

Eskiden resmi adı Libya Arap Sosyalist Halk Cemahiriyesi olan ülke, 2011 yılında yaşanan iç savaşla Kaddafi’nin öldürülerek iktidardan düşürülmesinden sonra önce adını sadece Libya olarak kullanmış, Ocak 2013’teyse Libya Devleti adını almıştır.

UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde beş yer: Leptis Magna, Sabratha, Cyrene, Gıdamis, Akakus mağara resimleri… Muhteşem Finike, antik Yunan, Roma, Bizans kalıntıları… Sahra Çölü, Fizan, vahalar, çöldeki göller, inanılmaz bir çöl safarisi, çöl mimarisi, Murzuk ve Erg Ubari kum denizleri… On bin yıllık mağara resimleri… Berberiler, Tubular, Tuaregler, karışık etnik gruplar… Osmanlı’nın izleri… Egzotik çarşılar, suklar, tarih, insan, doğa…

Libya, Türkiye’nin iki misliden fazla yüzölçümüne (1 milyon 757 bin km²) ve yaklaşık 7 milyon nüfusa sahip. Libya ABD’nin ambargosu nedeniyle yaklaşık 20 yıldır dışlanmıştı. 1980’li yılların başında ABD-Libya ilişkileri gerginleşti. 1986’da ABD uçakları bugün Irak’ta yaptığı gibi Trablusgarp ve Bingazi’yi bombaladı. Bu bombardımanda Kaddafi’nin küçük kızı öldü.

Ardından Birleşmiş Milletler, İskoçya’nın Lockerbie kenti üzerinde düşen Pan-Am uçağına bomba yerleştirmekle suçlanan iki Libyalıyı İskoçya ya da ABD’ye vermeyen Libya’ya 1992’de ambargo koydu. Libya’nın farklı biçimlerde uzlaşması üzerine bu ambargo 2003 yılında tamamen kaldırıldı. Libya’nın ayrıca Lockerbie kurbanlarına tazminat ödemeyi kabul etmesi ve kitle imha silahı üretim tesislerini uluslararası denetime açmasıyla ABD ve Avrupa ülkeleriyle arası düzeldi. İtalya bakanı Silvio Berlusconi ve İngiltere Başbakanı Tony Blair’in ardından, geçtiğimiz kasım ayında Fransa Devlet Başkanı Jacques Chirac da Libya’yı ziyaret etti. ABD yurttaşlarına “Libya’ya gidin” çağrısı yaptı.

Dünyanın önemli “kruvaziye” şirketleri, Libya’nın Akdeniz kıyısındaki antik örenyerlerini programlarına aldılar. Önde gelen Fransız, Alman, İtalyan ve ABD’li kültür gezisi acenteleri de az sayıdaki otelleri kapatmış durumdalar. Türkiye’den 2004 yılında yalnızca bir FEST Travel grubu Libya’yı ziyaret etti.

Libya, turizmdeki bir patlamaya ne kadar hazır? Ülkenin bu konudaki en önemli sorunu konaklama tesisleri. Büyük gemiler otellere ihtiyaç duymadan Akdeniz kıyısını gezebilirler. Trablusgarp’ta hemen otel sorunu yaşanmayabilir, ama diğer bölgelerde Libya’nın hızla konaklama tesisleri inşa ettirmesi gerekli. Karayolları oldukça düzgün, ancak bazı güzergâhlar çok zaman alıcı.

Petrole sahip olan, bu yüzden şu anda çok ucuz hava taşımacılığına sahip olan Libya’nın, turistleri, inşa edilecek küçük havalimanları aracılığıyla küçük uçaklarla taşıması en akıllıca yöntem olacak. Libya 2004 sonunda bir adım attı ve havalimanlarında vize verilmesini kabul etti. Belki ileride turistik tesislerde yabancı ziyaretçilere içki verilmesi izni de çıkabilir. Türkiye’den Libya’ya hem THY’nin, hem de Libya Arap Havayolları’nın düzenli uçuşları var.

Libya’nın tarihi yaklaşık MÖ 10. bin yıla uzanıyor. Bugün Akakus Dağı ve Matkanduş Vadisi çevresindeki duvar resimleri, kaya oyma resimler (ki Cezayir’in Tasili Dağı’nda bunların uzantısı görülüyor) o günlerin tanığı. MÖ 9. yüzyılda Fizan Çölü’nde Garmantlar yaşıyor. MÖ 7. yüzyılda Fenikeliler Akdeniz kıyılarında koloniler kuruyor. Onu antik Yunanlılar izliyor. Bölge MÖ 1. yüzyılda Roma’nın egemenliğine giriyor, Doğu Roma ya da Bizans döneminde parlak günler geçiriyor, 7. yüzyılda İslamiyetin etki alanına sokuluyor.

Libya 16. yüzyılın ilk yarısında Türk korsanlar sayesinde Osmanlı egemenliğine girdi. Osmanlılar Libya’yı doğrudan kontrol edememekle birlikte 1912’ye kadar ellerinde tuttu. Ardından ülke İtalyanlarca işgal edildi. Bu işgal 1943’e kadar sürdü. Birleşmiş Milletler 1949’da Libya Krallığı’nı ilan etti. Senusi tarikatının İngiliz yanlısı önderi Sidi Muhammed İdrisi 1950’de kral seçildi. Muammer Kaddafi öncülüğündeki Özgür Subaylar Hareketi 1969’da darbeyle krallığa son vererek cumhuriyet ilan etti.

Libya’nın en büyük ve en kozmopolit kenti Trablusgarp. Fenikelilerce MÖ 500’lü yıllarda kurulan Trablusgarp öncelikle Akdenizli, ardından biraz Arap, Müslüman, epeyce Osmanlı ve İtalyan. Kentin en etkileyici yeri Yeşil Meydanı ya da Şehitler Alanı çevresi. Bu çevrede Kale (Assai el-Hamra), Kale içinde Cemahiriye Müzesi, Kale ardında Eski Kent, meydanın diğer tarafında İtalyan mimarisine sahip hoş yapılar yer alıyor. Müze Libya gezisinin “olmazsa olmaz”larından. Neolitik Çağ’dan günümüze kronolojik 47 galerinin bir kısmında olağanüstü parçalar sergileniyor.

Eski Kent ya da Medine bir Fes ya da Marakeş ölçüsünde olmasa bile yine de çok ilginç. Burada 3-4 saatlik çok hoş bir yürüyüş gerekiyor. Çarşılar, örneğin Suk el Müşir, Suk el-Türk, yukardan kemerli daracık sokaklar, beyaz badanalı evler, Karamanlı Camisi, 1200 yıllık olduğu söylenen En-Naka Camisi, Osmanlı döneminin Gurci, Osman Paşa, Turgut (Dragut) camileri, değişik medreseler, hanlar, eski Fransız, İngiliz elçilikleri, kiliseler, surlar, kapılar, Marcus Aurelius Kemeri…

Trablusgarp’ın batısı ve doğusu tarihte Tripolitania olarak biliniyor: Eski Trablusgarp yerleşimi yani Oea, batıda Sabratha, doğuda Leptis Magna. Birkaç kez depremle yıkılan Sabratha’nın restorasyonlu bugünkü görüntüsü Roma Dönemi’nden. Yumuşak kumtaşından yapılar yılların deniz dalgalarınca epey aşındırılmış olsa da, eski günlerin görkemini gözler önüne seriyor: Antonine, Liber Pater (Dionisos), Serapis, İsis, Herkül tapınakları, Kapitol, forum, antik tuvaletler, deniz hamamı, senato binası, Hıristiyan bazilikası, Bizans duvarı, restorasyonlu, kabartmalı skenesi ile muhteşem tiyatro binası ve Müze’deki olağanüstü Iustinianos Dönemi mozaikleri…

Ama Libya’nın en parlak antik örenyeri Leptis Magna. İstanbul’u yakıp yıkan, cezalandıran, sonra da yeniden inşa eden Roma İmparatoru Septimus Severus’un doğum yeri olan Leptis Magna bir zamanlar Afrika’nın en büyük Roma kenti. Kalıntılar oldukça iyi korunmuş, restorasyonu hâlâ sürüyor. Oldukça geniş bir alana yayılan örenyerine 203 yılında yapılan,
imparatoru ailesi ile birlikte sergileyen görkemli Septimus Severus Kemeri’nden giriliyor.

Hadrian hamamları, Anıtsal Çeşme, Büyük Sütunlu Cadde, Medusa başları, su perileri başlarıyla ünlü devasa Severus Forumu, 92 x 40 m ebatlarındaki son derece etkileyici muazzam bazilika, eski forum, liman, Roma kentlerinde görülmeyen tarzdaki çarşı, muhteşem tiyatro, sirk kalıntılarıyla 16 bin kişilik son derece iyi durumdaki amfitiyatro, dev sahneleri içeren mozaikleri ve freskolarıyla ünlü Avcı Hamamları, ayrıca çok mükemmel bir yerel müze…

Kusursuz mermerler, granit sütunlar herkesi büyülüyor. 17. yüzyıl sonunda yerel kültürel mirasa zerre kadar saygı duymayan Fransızlar Leptis Magna’daki yüzlerce granit ve mermer parçayı Fransa’ya taşıdı. Bunlar Versailles’ın ve St. Germain des-Pres’nin yapımında kullanıldı. Zliten, Mısrate, MS 3. yüzyıla ait gizemini hâlâ koruyan kalıntılara sahip Girze Leptis Magna çevresinde görülecek yerler arasında.

Libya’nın ikinci büyük kenti Bingazi. II. Dünya Savaşı bombardımanlarında büyük ölçüde tahrip olduğu için, bugün yeni binalarıyla modern bir kent durumunda. En önemli yeri Özgürlük Meydanı ve yakınındaki Kapalı Çarşı. Bingazi bir de II. Dünya Savaşı Mezarlığı’na sahip.

Bingazi ile Tobruk arasında kalan sahil şeridi Kireneyka (Berka) olarak bilinir. Bu şerit üzerinde beş antik Yunan kenti bulunur, Pentapolis: Tokra, Tulmeyse, Barke, Cyrene ve Apollonia. Bunlardan Barke dışındakilerin kalıntıları bugün görülebilmekte. Bu yerlerden Tulmeyse’deki Sütunlu Villa ile Agora; Cyrene’deki Zeus Tapınağı, Forum, Agora, Apollo Tapınağı ile Nekropolis; Apollonia’daki Orta Kilise ile Tiyatro gerçekten görülmeye değer. Cyrene’de yeni açılan müzede sergilenen Roma heykelleri olağanüstü.

Denizin hemen dibinde kurulu konumuyla muhteşem bir manzaraya sahip Apollonia’dan sonra gelen Ras-el Hilal, insanı Akdeniz’e âşık eden hilal biçimli bir kıyı güzelliği. Ardından kıyıda Fransızlar tarafından parlak bir biçimde restore edilen L’Atrun kiliseleri, sonra savaşlarla Derna ve II. Dünya Savaşı alanları ve mezarlıklarıyla ünlü Tobruk gelir.

Kıyıdan biraz içerde günümüzde ulusal kahraman sayılan, faşist İtalyan birliklerine karşı direnişi örgütleyen Ömer el-Muhtar’ın bölgesi El-Beyda ve olağanüstü Vadi el-Kuf bulunur. Bu bölge içinde Slonta’da gizemi hâlâ tam olarak çözülemeyen bir kült tapınağı yer alır.

Libya’nın bir başka tarihi ve doğal güzelliği Cebel Nefusa’da (Batı Dağları) yansır. Burası özgün Berberi kültürünün yaşadığı yerdir. Yefren, Yadu, Kasır el-Hac, Kabav, Nalut gibi yerlerdeki kerpiçten yapılmış evler, zeytinlikler, camiler, Kapadokya’dakilere benzer minber minareler, ortak silolar… bizleri 600-700 yıl öncesine götürür.

Libya’da çölün incisi “Sahra’nın Mücevheri” unvanını hak etmiş olan Gıdamis’in mimarisi, insan yaşamıyla sert doğa koşulları arasında olağanüstü bir uyum sağlamış. Çamur, tuğla ve hurma ağacı gövdeleri kullanılarak yapılan evler oldukça sevimli ve kullanışlı. İki katlı evlerin birinci katında bütün odaların açıldığı bir avlu bulunuyor. Odaların aydınlatılması, yüksek tavanlarında açılan deliklerden içeri sızan güneş ışığı ile sağlanıyor. İkinci kat ise hurma ağacı gövdeleri üzerinde yükseliyor.

Evin dekorasyonu tamamen kadına ait. Erkek evlilik öncesi anahtarı kadına verir ve kadın erkeğin müdahalesi olmadan tamamen kendi başına evi süsler. Ancak evlilik öncesi mutlaka bitirmesi gerekir. Aslında süsleme oldukça sade. Beyaz duvarlar üzerindeki kırmızı renkte desenler ayna parçaları ile zenginleştirilmiş. Çöl gecelerinde yatak olarak da kullanılan çatılar aslında tamamen kadınlara ait. Mutfak da çatıda bulunuyor. Sokak gezmeleri oldukça sınırlı olan kadınlar için aslında bu teraslar kendi aralarında bir iletişim aracı.

Kentin dar sokakları güneş ışığından tamamen korunmalı. Öyleki bazı yerler fener gerektirecek kadar karanlık olabiliyor. Bu daracık sokaklar ufak sevimli meydanlara açılıyor ama planlama o kadar mükemmel ki bu meydanlar bile güneş almıyor.

Yazımızı Gıdamis’in adının nereden geldiğine ilişkin bir söylence ile bitirelim. Eski dönemde çölü kervanlarla geçmeye çalışan tüccarlar bugün kentin kurulduğu yerde bir öğle yemeği molası verirler. Molayı bir vahanın kenarında vermişler ve yollarına devam etmişler. Ertesi gün mola yerinde bir yemek kabı unuttuklarını fark etmişler ve bir adamı almak için geri göndermişler. Tam kabı alıp geri dönerken adamın atı toprağı eşelemiş ve tam o noktada su fışkırmış. Bunun anısına tüccar kafilesi ghad (öğle yemeği) ile ames (dün) kelimelerini birleştirerek bölgeye Gıdamis adını vermişler.

Libya Mozaikseverler İçin Bir Cennet

Haklı olarak Hatay’daki Mozaik Müzesi ile, Kariye ya da Ayasofya mozaikleriyle ya da dünyaya yeni tanıttığımız Zeugma mozaikleriyle övünüyoruz. Ancak mozaik denince Akdeniz’i, özellikle de Afrika’nın Akdeniz kıyılarını unutmamak gerek. Tunus’un muhteşem mozaikleri kısmen bilinirken, Libya’nınkiler yeni yeni tanınıyor. Libya Sabratha, Leptis Manga, Tulmeyse, Cyrene, Apollonia örenyerleri ve müzeleri başta olmak üzere Kasır Libya, Trablusgarp Cemahiriye Müzesi, Silin Villası gibi yerlerde binlerce mozaiğe sahip.

En güzel mozaiklerden bazıları Cemahiriye Müzesi’nin 9 no.lu galerisinde yer alıyor. Henüz resmen gezginlere açılmayan, özel izinle girilen Silin Villası ise çok sayıda erken Doğu Roma mozaiğinin bir arada bulunduğu bir bina. Hemen deniz kıyısında yer alan ve dalgalarla yalanan bu zengin konağının tüm oda, hamam ve bahçe zemini olağanüstü güzellikteki mozaiklerle kaplı. Mozaiklerin, özellikle geometrik olanlarının tasarımları muhteşem. Leptis Magna Sirki’ne ilişkin bir büyük mozaik pano, konusu itibarıyla dünyada eşsiz. Libyalılar “Silin Villası gibi daha restore ederek sunacağımız yüze yakın villa var” diyorlar.

Mozaik bezeme Libya’da Helenistik Dönem’den itibaren kullanılmış, Hadrianus ve Septimus Severus dönemlerinde iyice yaygınlaşmış. Doğal taş kullanılarak gerçekleştirilen bu örtü mozaiklerinde Nil Nehri hayvanlarına ve bitkilerine, av sahnelerine, mitoloji konularına, mitolojik varlıklara, Orfeus’a, Dionisos’a yer verilmiş. Erken Hıristiyanlık ve Bizans Dönemi mozaiklerinde Hıristiyan simgelerle pagan simgeler ve söylenceler birlikte kullanılmış.

Deniz kıyısından biraz içerde bulunan Kasır Libya’da bir kilisede bulunan İustinianos dönemi mozaikleri de son derece ilginç. 50 panodan oluşan mozaik koleksiyon bugün ayrı bir yerde sergileniyor. Bu 50 pano içinde bazı nehirler arasında Dicle ve Fırat’a da yer verilmiş.

Fizan: Dünyanın En Güzel Çölü

Libya’nın Sahra tarafından çevrelenmiş Fizan Çölü, dünyanın en güzel, en olağanüstü manzaralarına, inanılmaz büyüklükteki kumullara ya da kum tepeciklerine sahip. Murzuk ve Ubari kum denizleri ya da okyanusları binlerce kilometrekarelik alanı kaplıyor. Güzelliğinin yanı sıra Fizan’ın eldeğmemişliği, bakirliği şaşırtıyor. 12 bin yıl öncesine giden Akakus mağara resimlerini ya da Matkanduş kaya oyma resimleri izleme çabası Fizan Çölü’nde 4WD’lerle ya da deve sırtında yapılacak muhteşem bir çöl safarisiyle birleşiyor.

Bitmeyen bir ufuk çizgisi, monotonluğu kıran inanılmaz iniş çıkışlar, bir kumul çıkışının ardından gelecek inişin bilinmezliği müthiş bir heyecan yaratıyor. Eski kervan yollarının şimdiki ıssızlığı, yıldızların altındaki çölün yalınlığı ve parıltısı, internetten, televizyondan ve de Mr. Bush’tan habersiz bir doğa ile baş başa kalış…

Türk Dil Kurumu’na göre çöl kumluktur. Oysa üç türlü çöl vardır: Kayalık çöl, taşlık çöl ve kumul çölü. Bu üçünü de örneğin Matkanduş yolunda görmek mümkün.

Libya’da çöle dalmanın değişik yolları var. Ya Trablusgarp’tan Gat’a uçup oradan El-Aveynat’ı, Tanezzüf ve Taçaçuri vadilerini, Akakus mağara resimlerini, Transçalt Vadisi’ni, Murzuk, Ubari kum denizlerini, Vadi el-Hayat’ı, Matkanduş kaya oyma resimlerini görüp, Sebha’dan Trablusgarp’a uçuyorsunuz ya da aynı yerleri Sebha’dan giderek yapıyorsunuz.

Ama yalnızca bir tam gün süren 250 km’lik Ubari Kum Okyunusu bile bir yaşam deneyi; Mandara Vahası, Um el-Ma, Mafu, Gaberun, vahalardaki palmiye ya da akasya ağaçlarının olağanüstü yansımaları. İsterseniz vahaların ciddi ölçüde tuzlu göllerinde suya girebiliyorsunuz. Bir Tuareg şoförümüz göle girdi, tuzdan dolayı bembeyaz çıktı…

Fizan Çölü, tarihte Garamantların ülkesi, Osmanlılarda bir sürgün yeri. Bugün ise Tuareglerin diyarı. Ve Fizan Çölü söylentileri de onlardan. Gat’ın 40 km güneybatısında Kaf-el-Cin adındaki yerde hâlâ kızıl saçlı cinlerin bulunduğu anlatılıyor ve Sahra Çölü’nün inanılmaz cesur adamları olarak bilinen Tuareglerden hiçbiri kendilerinin Şeytan Tepeciği olarak adlandırdığı bu yere yaklaşamıyor bile.

*“Afrika’nın Henüz Keşfedilen İncisi: Libya”, Hürriyet Seyahat, 7 Şubat 2005.