Faruk Pekin ve Firuz Bağlıkaya’dan sert eleştiriler

Turizm Araştırmaları Derneği’nin düzenlediği ”Turizmde çıkış yolu” başlıklı çalıştayda konuşma yapan Fest Travel Yönetim Kurulu Başkanı Faruk Pekin ve Detur CEO’su Firuz Bağlıkaya, sahil turizmi ve kültür turizmi alanlarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Faruk Pekin, Türkiye’nin sahil turizmine bu kadar çok yatırım yapmasını eleştirirken, Firuz Bağlıkaya ise iki turizm alanı arasında ayrım yapmayı bırakmak gerektiğini ifade etti. Bağlıkaya ayrıca, konunun güvenlik olduğu yerde tüm diğer sorunların teferruat olduğunu kaydetti.

Krizin büyümeyi eskiye döndürme konusunda bir fırsat sunabileceğini belirten Pekin, ‘’32 yıldır bu işi yapıyorum. Benim işim gezi tasarlamak, yüzlerce gezi tasarladım. Dünyanın 60-70 ülkesini yerel rehberleri konuşturmadan gezdiriyorum. Tüm bu ülkelerin turizmlerini inceledim ve ‘Çözüm: Kültür turizmi’ başlıklı bir kitap yazdım.’’ ifadelerini kullandı.

‘’Şu anda turizmde hat değiştirmenin tam zamanı.’’ diyen Pekin konuşmasını şu şekilde sürdürdü:

‘’Turizm; karlı, sürdürülebilir ve sorumlu olmak zorundadır. Kültür turizminden bahsedince, hemen ‘STK’cı mısın?’ siye soruyorlar. Turizm ‘kelle’ sayısı demek değil. Gelen kişi ne kadar gelir bırakıyor, yaptığınız iş ne kadar rasyonel ona bakacaksınız. Karlı olmak, zaten sürdürülebilir ve sorumlu olmayı gerektiriyor.

Kruvaziyer, böcek turları, doğa gezileri, inanç turizmi, eğitim turları ve kongrelerin ön ve arka gezileri hep kültür turizmi kapsamındadır. Böyle kriz zamanlarında bu alanlar ister istemez gündeme geliyor. Kültür turizmi, sezonu 12 aya yayma ve bölgeler arasında eşitlik sağlama avantajını da getirir.

Türkiye, şu anda tüm bu alanlardaki potansiyelinin yalnızca 4’te 1’ini kullanıyor. İç turizm, yabancı turizmi ve dış turizm bir bütündür. Ancak böyle bakarsak yol alabiliriz. Kültür turizmi derken, bunları bir arada düşünmek lazım.

‘’KÜLTÜR TURİZMİ LOKOMOTİF, DİĞERLERİ TAKİPÇİ OLMALI’’

Kültür turizminin en önemli özelliği ‘az bulunan’ şeyleri pazarlaması. Kar elde etmek için ‘mukayeseli üstünlük’ ilkesine uymak zorundasınız. Az bulunan şeyi pazarlayarak talep ve ekonomik olarak rakiplerinize karşı öne çıkmak durumundasınız. Kültür turizmi, deniz-kum-güneş turizminin dışında kalan hemen hemen her alanı kapsar. Türkiye’ye farklılık verecek şey kültür turizmidir. Dolayısıyla kültür turizmi lokomotif olmak zorunda. Diğerleri başka ülkelerde de var; dolayısıyla bunlar takipçi olmalı. Birinci Körfez Savaşı’na kadar durum böyleydi. Ancak ardından farklı bir döneme girildi ve durum değişti. Biz şimdi bu kararın kriz boyutlarını taşıyoruz.

‘’HİÇ KİMSENİN MARKA KONUŞMAYA HAKKI YOK’’

Türkiye turizmi sıradanlaştırıldı. Turizmde 1990’dan bu yana hiç kimsenin marka konuşmaya hakkı yok. Bizi biz yapan tüm niteliklerimiz sıradanlaştırıldı, şimdi başkalarıyla yatak kavgası yapıyoruz.

Devlet son 40 yılda deniz-kum-güneş turizmine altyapı, ulaşım, teşvik, kredi gibi alanlarda ne kadar yatırım yaptı? Bu yatırım rasyonel miydi? Kıyı turizminin yarattığı çevre kirliliği, sosyal etkileri hesaplandı mı? Bunları hiçbirimiz bilmiyoruz.

Tüm bunlar olurken, bir de ‘kültür ve turizm ayrılmalı, 2 ayrı bakanlık olmalı’cılar çıktı. Tüm bu sorduklarımın ayrıntılı analizi yapılsa, bu tercihin ne kadar mantıksız olduğu anlaşılacaktır.

‘’İSPANYA KÜLTÜRDE DE KIYI TURİZMİ KADAR BÜYÜDÜ’’

İspanya’yı kötüleyip duruyoruz. ‘İspanya yakın olduğu için’ turist gittiğini sanıyoruz. Oysa İspanya, kültür turizmi konusunda da bir başarı hikayesi yazmıştır. Kitle turizmine hizmet eden adalarına daha fazla yatırım yaparken kültür turizminin yoğun olduğu Madrid’de de aynı sayılara ulaşmıştır.

Hindistan da bu konuda oldukça etkileyici bir örnek. Kişi başı ortalama gecelik harcama Türkiye’nin 4 katı.

Türkiye ise, 1990 yılında kültür turizminde hangi rakamlardaysa, 2005 yılında da aynı rakamda. 2005 rakamlarını kullanıyorum, çünkü o tarihten sonra  yalnızca TÜRSAB’dan alınan biletleri görebiliyoruz. Dolayısıyla yabancı sayısını göremiyoruz. Ancak 1990’dan 2005’e kadar bu durumu Ayasofya’da da, Kapadokya’da da, Efes’te de görüyoruz.

Biz o dönemde az turistle adam başı çok sağlıklı gelirlerle kültür turizminden çok iyi paralar kazanıyormuşuz.

‘’ANTALYA’DA DURUM DAHA DA KÖTÜ’’

Antalya örneğinde ise durum daha da kötü. 2005’te Antalya’ya gelen turistlerin yüzde 1.18’i Antalya Müzesi’ni gezmiş. Perge’yi ziyaret edenlerin oranı sadece yüzde 4. Siz bir hedef seçtiniz, bir seçimde bulundunuz ve o seçimle beraber sizin için çok daha karlı olan bir alana sırtınızı döndünüz. Şimdi görüyoruz ki, onu da gerektiği kadar ilerletememişsiniz.

‘’TÜRKİYE 30 MİLYON TURİST AĞIRLAMAK ZORUNDA DEĞİL’’

Belki otelci arkadaşlarım ve hava yolu şirketleri bana kızacak ama Türkiye 30 milyon turist ağırlamak zorunda değil.

İstanbul’a kruvaziyer gelmesin. 5 bin kişilik gemiden 3 bin 500 kişi şehri geziyor diyelim. Topkapı Sarayı’nı, Ayasofya’yı bir günde kaç kişinin gezebileceği belli. Bu turistler eskiden çarşıya pazara iyi paralar bırakıyordu, şimdi o da yok. O zaman ne faydası var?

‘’KİMSENİN TÜRKİYE’Yİ UCUZA SATMAYA HAKKI YOK’’

Biz kitleleri değil, elimizdeki değerleri sunabileceğimiz, çok para bırakan alanlara yönelmeliyiz. Kültür turizmi şu anda dünyada yükselişte olan niş bir segmenttir. Hiç kimsenin Türkiye’yi ucuza satmaya hakkı yok. Ben Türkiye’yi gerçekten gezmek isteyen insana pazarlamak istiyorum, daha ucuz diye gelecek insana değil.

Soru çok basit: Tanıtımda öncelik kime verilecek? Deniz-kum-güneşe mi, kültüre mi? Aynı nehirde iki kere yıkanamazsın. Sen de değişiyorsun, nehir de değişiyor. Dünyanın her yerinde insanlar turizm için başka başka planlar yapıyor. Elindeki mukayeseli üstünlüğü kullanmazsan, kaybetmeye mahkumsun.

Şu anda dipteyiz, dipte olmanın avantajını farklı bir alanda yükselerek çıkarmalıyız. ‘’

BAĞLIKAYA: KONUNUN GÜVENLİK OLDUĞU YERDE TÜM SORUNLAR TEFARRUATTIR

Çalıştayın 3’üncü oturumunda konuşan DETUR CEO’su Firuz Bağlıkaya ise oldukça sert açıklamalarda bulundu. ”Konunun güvenlik olduğu yerde, diğer bütün sorunlar teferruattır.” diyen Bağlıkaya, konuşmasını şu şekilde sürdürdü:

‘’Turizmciler olarak esas ihtiyacımız olan şey teşvik değil. Teşvikler ne için lazım? Güvenli olmayan dönemde, şirketlerin varlığını korumak için köprü olarak lazım. Yoksa bu destekler sorunun kendisini çözmüyor. Turizmciler olarak elimizden geleni yapıyoruz. Kendi firmamızı da destinasyonlarımızı da doğru şekilde tanıtmak için yoğun çaba sarf ediyoruz. Tanıtım bütçemiz bu sene 2016’nın çok üzerinde. Pek çok destinasyonda güzellik yarışmaları düzenliyoruz, spor organizasyonlarının ülkemizde yapılması için çalışıyoruz. Bunları da ‘Türkiye bu organizasyonların yapılacağı kadar güvenlidir’i göstermek için yapıyoruz. Fiyatlar zaten yerlerde, 350 euroya gelmeyen adam 320 euroya da gelmez. Sorun güvenlikse, insanlar fiyata falan bakmıyor. Durum buyken biz şirketler olarak ne yapabiliriz ki?

‘’AYRIMI BIRAKMALIYIZ’’

Artık ayrım yapmayı bırakmalıyız. Turizm Bakanlığı’nda 6 milyar dolar para var da, 6’sını deniz-kum-güneşe harcıyor diye bir durum yok. Bu iş zaten sektörün kaynaklarıyla yürüyor. Deniz-kum-güneşi satıyoruz, tarihi satmıyoruz diye bir şey yok. Kültür turizmi çok değerli, ancak tekrar müşteri sayısı çok düşük. 6-7 kere Antalya’ya denize gelen insan var, ama Topkapı Sarayı’nı 6 kere ziyaret eden insan sayısı çok az.

KİTLE TURİZMİ BİTTİ Mİ?

‘Kitle turizmi bitti’ diye bir algı var. Elbette dijitale kayış ve bireysel seyahatçi sayısındaki artış kitle turizmini de etkiliyor ancak ‘bitti’ diye bir şey yok. İlk olarak, dünyada turizm hareketi her geçen gün büyüyor. İkinci olarak da, kitle turizmi yapan hiçbir şirket küçülmüyor. Türkiye’ye dönük talep düşebilir ancak TUI, Thomas Cook gibi şirketler her geçen gün toplam kapasitelerini büyütmüyor mu? Bu ayrımı bir kenara bırakmalıyız. Hiçbir turizm çeşidi birbirinin alternatifi değil. Hava yolu şirketleri, oteller, tur operatörleri, acenteler… Hiçbirimiz birbirimizin alternatifi değiliz. Hepimizin menfaati aynı. Birimize en ufak bir şey olduğunda, diğeri zatürre oluyor. Dolayısıyla birlikte çalışmalıyız.

‘’15 ŞUBAT 2015’TE 420,  BUGÜN 110 REZERVASYON ALDIK’’

Durumun vahametini anlatmak açısından bir örnek vereceğim: Bugün 15 Şubat. 2015 yılının aynı gününde 420 tane Türkiye rezervasyonu almıştık. 2016’da 245, bugün ise 110 rezervasyon aldık. Gidişata bir bakar mısınız? Bizim burada kültür turizmi mi yapalım, dalış turizmi mi yapalım?’ diye konuşacak durumumuz yok. Sektör olarak can çekişiyoruz.

‘’MÜMKÜN OLMAYAN BİR ŞEY İÇİN UĞRAŞIYORUZ’’

Türkiye’nin tanıtım sorunu olmadığını hepimiz biliyoruz, Avrupa’da tatile gitmeyi planlayan herkese sorun, mutlaka Türkiye gitmeyi düşündüğü 3-4 ülkeden biridir. Bizim sorunumuz algı yönetimi. Algı yönetimi, ilk olarak elinde var olan bir şeyi biraz daha parlatarak sunmaktır. Bunun daha zor olanı var olmayan şeyi varmış gibi göstermektir. En zoru ise, var olan bir şeyi yokmuş gibi göstermektir. Basın ve sosyal medya bu kadar kuvvetliyken, biz nasıl terör sorunu yokmuş gibi göstereceğiz? Biz aslında olması mümkün olmayan bir şey için uğraşıyoruz.’’

https://www.turizmguncel.com/haber/faruk-pekin-ve-firuz-baglikayadan-sert-elestiriler-h30658.html

LinkedIn
Share
Instagram