BUDİST VE ŞAMANİSTLERİN YURDU TUVA’YA SEYAHAT
Türk coğrafyasının belki de şamanları dolayısıyla en çok merak edilen bölgesi Tuva’ya gidiyoruz. Bunun için Moskova’dan Rusya’nın 21 özerk cumhuriyetinden biri olan Hakasya’nın başkenti Abakan’a uçuyoruz. İsterseniz İstanbul’dan direkt uçuşla Novosibirsk’e uçup oradan trenle de Abakan’a gidebilirsiniz. Abakan’dan karayoluyla yıllarca demiryolunun esirgendiği Tuva’nın başkenti Kızıl’a gideceğiz. Tuva, Tıva olarak da söyleniyor.
Rusya Federasyonu’na bağlı Hakasya Özerk Cumhuriyeti 62 bin km2’lik bir alanı kaplıyor. Nüfusu 500 bin. Bunun neredeyse üçte biri başkent Abakan’da yaşıyor. Cumhuriyete adını veren ve Altay dillerinden Uygur şivesine yakın birini konuşan Hakaslar tarihte genelde Yenisey Kırgızları olarak bilinir. Hakaslar Hakasya nüfusunun yaklaşık %12’sini oluşturuyor. Bu nüfusa kendilerini Sagaylar, Beltirler, Kaçlar, Şorlar, Kamasinler, Çatlar, Koyballar olarak adlandırılan kabileler de dâhildir.
Ruslar genelde değişik Türk kökenli boyları ayrıntıda ayıramadıklarından hepsine birden Tatar deyip geçmektedir. Hakasya nüfusunun yüzde sekseni Rustur. Hakasya’nın kendi anayasası, bayrağı, arması vardır.
Abakan, Altay-Sayan dağları ortasında, Yenisey ve Abakan ırmaklarının birleştiği yerde kurulu dört bin yıllık modern bir kenttir. Hemen kenti gezmeye başlıyoruz. Kültür Sarayı, ana meydan, bir oturan Lenin heykeli (Rusya’da benzerinin olmadığı söylenir), 1941-45 Büyük Yurtseverlik Savaşı’nda ölen yerel askerler ve Sovyetlerin zaferi için düzenlenen Zafer Meydanı, yeni kilise…
Abakan’da bizler için en önemli yer Abakan Yerel Araştırmalar Müzesi. 50 binden fazla objenin sergilendiği bu müzede Neolitik, Bronz çağ buluntularının yanı sıra resimli kayalar ve taş heykeller de sergileniyor. Bunları bir arada sergileyen salon Türk kültürü açısından çok önemli. Bu salonda bulunan yeraltı, yer ve gök gibi üç ayrı bölgeyi dile getiren, dişi karakterli bir heykel ile güneş adam diye tanımlanan heykeller son derece ilginç.
Abakan’da 1966 yılında Sayan-Altay Türk Dilleri Enstitüsü kurulmuş. Hakaslar büyük ölçüde Hıristiyanlaştırılmış, Rus adları almış olsalar da günlük yaşantılarında, doğum, evlenme, gömülme törenlerinde Şaman gelenekleri hâlâ geçerli. Animizm, Şamanizm, Göktanrıcılık (Tengricilik), su kültü, doğa kültü gibi yaklaşımlar belli ki yılların baskısına karşı dirençle yaşatılmış.
Abakan’a gelmemizin bir nedeni de başkente 70 km uzaklıktaki Hakanlar Vadisi’de yer alan Salbık kurganlarını görmek: Küçük Salbık, Büyük Salbık… Vadide bulunan 30 kadar höyükten biri olan Büyük Salbık Kurganı ya da höyüğü gerçekten heyecan verici. Bu kurgan ağırlıkları 20-60 ton arasında değişen, 4-6 m yüksekliğindeki tek parça devasa taş levhalardan oluşan, bir kenarı yaklaşık 75 m uzunluğunda dört duvarla çevrili. Girişte dikey taş levhalar yer alıyor. Üzeri 11 m yüksekliğinde piramit biçimli bir toprak kümesi ile örtülü olan asıl mezar yeri 1,8 m derinliğinde, 5×5 m boyutlarında. Tarihi eser kaçakçılarınca yağmalanmış mezarda yapılan bilimsel kazıda ancak yedi kişiye ait kalıntılar, altın folyo parçaları ve bir adet bronz bıçak bulunmuş. Esas olarak 70 yaşlarındaki bir büyük yönetici için yapılan mezarın Tagar Kültürü’ne ait olduğu kabul ediliyor. Ne yazık ki Tagar Kültürü Türkiye’de yeterince bilinmiyor. Salbık’taki bir kaya üzerindeki tamga (damga), İzmir Ödemiş Konaklı’da görülen bir kaya resminin aynısı. Ama Büyük Salbık kurganının esas gizemi şu sorularda yatıyor: Neden bu kadar büyük bir kurgan, koca koca taşlar 20-70 km uzaklıklardan nasıl taşınmış, inşa edilmesi için harcanan emeğin sosyo-ekonomik ve siyasal arka planı nedir ve neden piramidal bir üst örtü?
Kızıl
Abakan’dan Kızıl’a doğru yola çıkıyoruz. Haziran başı olmasına rağmen kar yağıyor. Bir ara 2002 yılında Krasnoyarsk Valisi Aleksandr Lebed’in sisli bir havada helikopterinin düştüğü yerde durup fotoğraf çekmeye çalışıyoruz. Burada da Altaylardaki çaput (bez) bağlı ağaçlar görüyoruz. Yolumuz üzerinde Turan adlı kasabada mola verip ufak ama şirin yerel müzeyi geziyoruz. Ardından ünlü Arjan-2 kurganını görmeye gidiyoruz. Mezar yeri kurganın ortasında yer almadığından mezar soyguncuları tarafından bulunamamış.
Arjan İskitlere ait kurganların bulunduğu Kağanlar Vadisi’ndeki yerin adıdır. Sibirya Türklerinin dilinde arjan şifalı su, kaynak suyu anlamındadır. Arjan-2 kurganı 80 m çapında, 2 m yüksekliğindeki bir höyüktür. İlk kez 1997’de incelenmiş, 2001-2003 yıllarında bir Rus-Alman heyetince yapılan bilimsel kazıda 20 kg kadar değerli altın parçaları bulunmuştur.
“21. yüzyılın en büyük arkeolojik keşfi” olarak adlandırılan kazıda altın parçacıklar arasında bir mezarda biri kadın, diğeri erkek iki üst düzey insana ait kemikler bulundu. Her birinin giysileri yaklaşık 5 bin altın parçadan oluşuyor. MÖ 7. yüzyıla ait olduğu belirtilen parçaların tüm İskit tarihini değiştireceği belirtiliyor. Kurgandaki diğer mezarlarda on dört at kemiği ile, hançerler, baltalar, ok uçları, aynalar, boncuklar, kürk ve keçe parçaları ele geçirilmiş.
Kızıl gezisine Zafer Meydanı’ndan başlıyoruz. Yeni yapılan bir Budist tapınağını geziyoruz. Yan duvarda 14. Dalay Lama’nın büyük bir fotoğrafı bulunuyor. İki nehrin birleşerek Yenisey Nehri’ni (Uluğ Hem – Büyük Akarsu) oluşturdukları alana bakıyoruz. Uluğ Hem kordonunda yürüyoruz. Ardından 1964’te dikilen Asya Merkezi Anıtı’nda fotoğraf çektiriyoruz. Yürüyerek ana meydana gidiyoruz. Yol üzerinde karşımıza Kızıl’ın kurulduğu yıl yapılan ahşap bir bina çıkıyor. Onu diğer ahşap binalar izliyor. Birden kendimizi Tuva Parlamento (Uluğ Ural) binası önünde buluyoruz. Binanın önyüzünde Tuva arması yer alıyor, tepesinde hem Rusya Federasyonu’nun hem de Tuva Cumhuriyeti’nin bayrağı dalgalanıyor.
12 Haziran Rusya Federasyonu’nun kuruluş yıldönümünde Lenin heykeli yanına kapalı bir platform kurulmuş. Tuva bu günü kutluyor. Yarışlar sürüyor. Ama meydana bakan iki büyük bina var: Biri hükümet binası, diğeri tiyatro binası. Meydanın tam ortasında bir büyük Budacı dua yuvarlağı bulunuyor. Yan duvarında “mani” yazıyor. Om Mani Pad Me Hum, “Selam olsun Lotus’taki Cevhere” yani Buda’ya. Platforma çıkanlar soldan sağa dua yuvarlağını çeviriyor. Alan panayır gibi. Herkes en güzel elbiselerini giyinmiş. Çocuklar oyun oynuyor, değişik müzik aletleri çalınıyor, bazıları çift hörgüçlü develerle geziyor.
Kızıl’daki ana hedefimiz 60 Bahadır Ulusal Müzesi. Tuva gezimizin “highlight”ı. Müzede hem birkaç yıl önce taşınan Arjan-2 hazinesini göreceğiz, hem de yıllardır bu müzede sergilenen balbalları ve minik yazıtlı taşları inceleyeceğiz.
Müzede altın parçaları kalın kapılar ardında çok özel bir odada sergileniyor. İçeri girerken her türlü eşyanız, cep telefonları, fotoğraf makineleri… dışarda bırakılıyor. Altın parçacıklardan yapılan hakan pantolonu ve kadın saç iğnesi özellikle aklımızı başımızdan alıyor. Bu çok ince maden işçiliği göçebe-savaşçı Türklerin madencilikte ne kadar mükemmel olduklarını da gösteriyor. Sersemlemiş halde müzenin kapalı alanından çıkıp açık havada sergilenen balbalları, runik harfli yazıtlı taşları, “tamgalı” taşları görmek için aşağıya iniyoruz. Atalarımızın kültür ögeleri ayrı bir heyecan veriyor.
Müzeden sonra Kızıl’daki en ilginç yerlerden Şaman Kliniği’ne gidiyoruz. Esas klinik tek katlı çok odalı ahşap bir binayla bir avludan oluşuyor. Stalin döneminde Şamanlar (kam) ciddi baskı görmüş, çok sayıda Şaman öldürülmüş. SSCB’nin dağılmasından sonra Şamanlar yeniden ortaya çıkmaya başlamış ve bir süre sonra Şaman Kliniği etrafında bir araya gelmişler. 1931 yılında Tuva’da yaklaşık 750 Şaman varmış. Bugün kayıtlı Şaman sayısı 50 dolayında.
Klinikte Şamanlar başvuru üzerine insanları hastalıklardan kurtarmaya çalışıyor, el falı bakıyor, geleceklerini okuyor, Şaman törenleri (kamleniye) gerçekleştiriyor. Bizim ziyaretimiz sırasında bize Şamanizmin ne olduğu anlatıldı. Şaman davulu, tokmağı, Şaman giysileri ve törenler hakkında bilgi verildi.
O akşam Yenisey kıyısında bağımsız yurtlardan oluşan bir konaklama tesisine gittik. Bize orada önce Alaş Grubu mükemmel bir gırtlak şarkıları konseri verdi. Ardından bir Şaman töreni izledik.
Şaman geldi, önce kutsal bir mekânda dua etti. Ardından elindeki ayı pençesiyle tek tek hepimizi kutsadı, iyi ruhlara çağrı yaptı. Ardından ateşin yanında davulu çalarak esrime çabasına girişti. O sırada gökte görünen hilali işaret ederek onun görünmesinin törenin başarılı geçeceğine bir işaret olduğunu bildirdi. Tören sonunda onunla birlikte ateşin etrafında döndük. Tören son derece etkileyiciydi.
Ertesi günün sabahında çok özel bir an yaşadık. Tüm Şamanlarca “zamanımızın en büyük Şamanı” kabul edilen Monguş Kenin-Lopsan ile görüştük. 1925 doğumlu Kenin-Lopsan 16 çocuklu bir ailenin altıncı çocuğu. Anneannesi Kuular Handizhap çok ünlü bir kadın Şaman. “Uluğ Kam” diye bilinirmiş. 1933’te Stalin’in emriyle toplama kampına gönderilmiş. Stalin’in ölüm tarihini önceden bilmiş. Stalin ölünce de salınmış. Salındıktan hemen sonra da ölmüş.
Lopsan’ın ailesinde çok sayıda kam ve kayçı var. St. Petersburg’da üniversite bitirmiş, akademisyen olmuş, tüm yaşamını Tuva Şamanlarının incelenmesine hasretmiş. Şamanlar üzerine çok sayıda makale ve kitap yazmış. Şu anda da tüm Tuva Şamanlarının başı. Artık fiilen Şamanlık yapmıyor. Gözleri de çok iyi görmüyor. Türklerin geldiğini duyunca çok sevindi. “Akrabalar gelmiş” diyerek özenle özel giysilerini giyerek bizi karşıladı. Hâlâ çok karizmatik bir insan, etrafına çok farklı bir enerji saçıyor.
Bu inanılmaz görüşmenin ardından bir Tuva evini ziyaret için yola çıktık. Önce ünlü çoban heykelini gördük. Yolun çok sayıda çaputlu ağacın bulunmasından kutsal yer olduğu anlaşılan bir yerinde bizi yerel giysili genç kızlar karşıladı ve de ağaca bağlamamız için bizlere bez verdiler. Hep birlikte ağaca çaput bağladık.
Ziyaret ettiğimiz büyük yurt içinde bize günlük yiyeceklerinden örnekler sundular. Bir sanatçı gırtlak şarkıları söyledi. Atlarla gösteri yaptılar, kement ile at yakaladılar. Tuva hüreşi (güreş) örneği sergilediler. Bir günlük olağan bir Tuva yaşantısını izledik. Yeşil yaylalardaki büyük hayvan sürüleri son derece ilginçti.
Geriye dönmek için Abakan’a giderken iki yere daha uğradık: Krasnoyarsk bölgesi içinde bulunan Şuşenskoye Köyü ile Minusinsk kenti. Şuşenskoye Lenin’in sürgün edildiği yer olarak ünlenmiş. Lenin’in orada evlendiği eşi N. Krupskaya ile 1897-1898 ve 1898-1900 yıllarında kaldığı iki ahşap ev korunmuş, sonra onların etrafında mükemmel bir açık hava ahşap mimarisi ve etnoğrafya müzesi oluşturulmuş.
70 bin nüfuslu Minusinsk’te ise Türklerin mutlaka görmesi gereken bir müze var. Müzede bulunan Hakas-Minusinsk havzasından getirilen çok sayıda geyiktaşı, balbal, runik yazıtlı taşlar Türk tarihi açısından son derece önemli. Runik yazıtlı taşlardan birinde şöyle yazılıymış: “Karımdan ve oğlumdan ayrıldım. Ülkeme geldim. Aç ayı kabilesinden ve evimden ayrıldım. Yazık. Erlik adımı bıraktım. Kartım (yaşlıyım).”
Tuvalar, Türkçe konuşanlar dünyasında Sarı Uygurlar gibi bazı ufak gruplar dışında Budizme inanan en önemli Türk kökenli grup. Gerçekte Tuvaların Budizme inanmaları da 17. yüzyılda başlıyor. Moğol hükümdarı Altay Han’ın Budizmin iki büyük kolundan Mahayana (Büyük Araç Budizmi) kolu içinde sayabileceğimiz Tibet Budizmine (daha doğru ifadeyle Himalaya Budizmi) önem vermesinin ardından Moğolların egemenliği altında bulunan Tuvalar da Budizme inanmaya başlamış. Bu inanç Çinlilerin egemenliği döneminde de sürmüş. SSCB dönemindeki “ateist” kampanyalar sırasında gerilemiş.
1991’den sonra dinsel inançlara özgürlük geldiğinde 14. Dalay Lama Tuva’yı ziyaret etmiş. 75 yıl önce Stalin döneminde yıkılan en önemli Budist tapınağı yeniden inşa edilmiş, diğerleri gibi.
Tuvalar resmi olarak Budacı görünüyor. Ancak doğaya, animizme, Şamanizme tapma, Tengricilik (Göktanrı Kültü), dağ kültü, su kültü, doğa ruhlarına inanç şu anda Budizmden daha önde. “Lamaizm” olarak adlandırılan Moğolistan tarzlı bir Budizm anlayışı çok hızlı yaygınlaşmıyor.
Altaylarda olduğu gibi Tuva’da da her yer taş heykellerle dolu. Ama hiçbir yerde puta tapma geleneği yok.
Tuva Özerk Cumhuriyeti
Tuvaların ya da Tuvalıların Tıva diye adlandırdıkları bölge, Rusya Fedarasyonu’na bağlı bir özerk cumhuriyettir. Yüz ölçümü 170 bin km2, (yani yaklaşık Hakasya’nın 3 misli, Altayların 2 misli), nüfusu yaklaşık 310 bindir. Başkenti 1914 yılında kurulmuş 110 bin nüfuslu Kızıl. Ayrıca Aktoprak, Turan, Şagonar, Çeder adlı büyük yerleşimlere sahip. Nüfusun yaklaşık %80’i Tuva, %16’sı Rus’tur. Rus nüfusu 1989 sonrasında hızla azalmaktadır.
Türkçenin akraba dillerinden Tuva dili (Tuvaca) Uranhay dili olarak da bilinmektedir. Ülke anayasasına göre Tuvaca birinci dildir. Parlamentosunda genellikle Tuvaca konuşulmasına rağmen, okullardaki dil Rusçadır. Çoğunluğun adı yerel adlardandır. Örneğin Cumhurbaşkanının adı Şolban Kara-Ool’dur. Yani Çolpan yıldızının siyah oğlu.
Altın, demir, kömür, asbest, kobalt gibi madenler çıkarılıyor. At, koyun, inek yetiştiriciliğine dayalı hayvancılık hâlâ önemli bir geçim kaynağı. Tarım sınırlı. Tuva bölgesi 1757’ye kadar 750 yıl Moğolların denetiminde kalmış, 19. yüzyılda Rus istilasına uğramış, Çinlilerce işgal edilmiş. Tuvalar 1911’de Çin’deki devrimi ve karışıklıklardan faydalanarak bağımsızlıklarını ilan etmiş. Tuva-Rusya İç Savaşı sırasında çok sıkıntı çekmiş, adı bir ara Tannu-Tuva olmuş, 1926’da Tuva Halk Cumhuriyeti oluşturulmuş. Budizm inancı nedeniyle Moğolistan ile birleşme çabalarının ardından 1944’te SSCB’ye bağlanmış, 1991’de SSCB’nin dağılması sonrasında Rusya Federasyonu’na bağlı özerk bir cumhuriyet olmuştur.
Ünlü Tuvalar
- Şaman dünyasının en ünlüsü Monguş Kenin-Lopsan.
- Maksim Munzuk (1910-1999) şarkıcı, besteci, aktör, folklor müziği derleyici, çok yönlü bir sanatçıydı. Yönetmen Akira Kurosava’nın ünlü 1975 Rus-Japon ortak yapımı, Oscar yabancı film ödülü sahibi, Dersu Uzala filmi ile dünya çapında ünlendi.
- Sergey K. Şoygu, son 22 yıldır Rusya Federasyonu’nun değişik bakanlık koltuklarında oturan bir “joker” siyasetçi. Putin’in en güvendiği kişilerden. Her sorunlu kurum, bakanlık ona devrediliyor. 1955 Tuva-Çadan doğumlu, babası bir Tuva, inşaat mühendisi, ancak Acil Durumlar Bakanlığı dâhil birçok bakanlığa bakmış, Rusya ordusunda general, Savunma Bakanı. Türkçe dâhil 9 dil konuştuğu belirtiliyor.
Runik Harfli (Göktürk Harfli) Yazıtların Envanteri
Türkiye’de Orhun Anıtları diye bilinen Köl Tigin, Bilge Kağan ve Bilge Tonyukuk yazıtlı taşları dışındaki yazıtları pek bilmeyiz. İstanbul Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Osman Fikri Sertkaya yazıtlar konusunda şöyle bir sınıflama ve envanter yapmış: 1. Lena-Baykal Bölgesi Yazıtları (26 adet),
2. Yenisey (184), 3. Moğolistan (88), 4. Altay (90), 5. Kırgızistan, Kazakistan ve Özbekistan (94), 6. Avrasya (36), 7. Kağıda yazılı Runik Metinler (51). Yani elimizde yaklaşık 570 adet runik metin var. Bu metinleri doğrudan ve dolaylı tartışan yayın sayısı ise yarısı Türkiye’ye ait olmak üzere 90.
Tuva Türkleri’nde Boğazdan Şarkı Söyleme
Boğazdan şarkı söyleme Güney Sibirya halklarında (Altaylar, Hakaslar, Tuvalar…) ve Moğolistan’da benzersiz bir sanat. Bu tarz vokalde mide, göğüs kafesi, gırtlak, damak kullanılarak aynı anda üç değişik ses birden çıkarılabiliyor. Tuva’da en popüler tarz höömey. Bunun dışında kargire, sigit, ezengileer, borbannadır gibi tarzlar da var. Bazı uzmanlara göre boğazdan şarkı söylemenin kökeninde doğaya tapma (animizm) vardır. Hayvancılık ile uğraşan, doğa içinde yaşayan insanlar doğadaki her türlü sesi taklit etmek isterken böylesi bir sanat yaratmış. Altay destanlarını (kay/hay) okuyan kayçılar da bu destanları gırtlaktan çıkan sesle okur. Gırtlak şarkıcıları değişik müzik aletleri kullanıyor: Kopuz, topşur (2 telli), dombıra, igil (2 telli), bizançi (4 telli), doşpular (2 telli), çanzı (3 telli), çadağan (çok telli) gibi telli aletlerde çoğunlukla at kılı kullanılır, saplarında at başları yer alır. Şoor bir çeşit flüttür. Altay ağız tamburası, komıs (ağız arpı, çene arpı, Yahudi arpı) da çok kullanılır. Davul, def… kullanılan diğer araçlardır.
*“Tuva Türkleri dağ ve nehirle konuşur, gücünü doğadan alır”, Hürriyet Seyahat, 28 Temmuz 2013.