TREN İLE NAMİBYA SAFARİ*
Piri Reis’in Dünya Haritası’nın
500. Yıldönümü Anısına
… Piri Reis düşlerimizi çizmiş haritasına
varılan kıyılardan ayak
basmamış kumsallara doğru
hayırsız adalarla yeşil papağanların
arasından billur köşklere giden yolu…
Nazım Hikmet
Dünyanın en eski topraklarının, jeolojinin şiirleştiği bir coğrafyaya, Namibya’ya “Afrika’nın Gururu” (Pride of Africa) adlı trenle iki hafta önce bir gezi yaptık. Gezimiz Güney Afrika’nın yürütme başkenti, cakaranda ağaçlarıyla ünlü Pretoria’dan başladı. Dünyanın en lüks özel tren filosuna sahip Rovos Rail’in 25 dönümlük özel garına gittik. Orada müzik eşliğindeki öğle yemeğinden sonra Rovos Rail’in sahibi Rohan Vos bize istasyonunu gezdirdi.
Dünyanın hâlâ işleyen en eski buharlı lokomotifi Rovos Rail’de. Şirketin 20 lokomotifi, 100 dolayında yolcu vagonu var. Eski vagonları ve lokomotifleri kendi istasyonunda restore ettiriyor.
Ardından düdükler çaldı ve tren artık Türk bayrağının da yer aldığı istasyondan yola çıktı.
Yolculuğumuz 2.600 km sürecek. Bu yolculuk gerçekte 3.400 km iken bir süredir trenyolu tamiratı nedeniyle başkent Windhoek’tan (Vindık) Tsumeb’e gidilemiyor. Aynı trenle geçen yıl yaptığımız 5.750 km’lik Darüsselam-Cape Town gezisinin neredeyse yarısı.
Gezimizin ertesi günü ünlü elmas kenti Kimberley’e varmadan önce sağ tarafta akıl almaz bir flamingo sürüsü görüyoruz. Mevsiminde sayıları 23 bine ulaşıyormuş. Ardından 1914 yılında kapanıncaya kadar yaklaşık 2,7 kg elmas çıkan, dünyadaki insan eliyle kazılmış 240 m derinliğindeki en büyük çukuru görüyor ve Elmas Müzesi’ni geziyoruz. “Kanlı Elmas” (Blood Diamond, 2006)filmini, De Beers adlı ünlü elmas şirketinin kurucusunu, Afrika’da İngiliz emperyalizminin çıkarları için Afrika’yı karıştıran, paylaştırmaya çalışan (Scramble for Africa) ve bu amaçla Cape-Town-Kahire demiryolu projesini ortaya atan Cecil J. Rhodes’u (ki Zimbabve’nin eski adı Rodezya onun isminden kaynaklanır) yeniden anımsıyoruz.
Namibya dünyanın en zengin uranyum, elmas ve değerli maden yataklarının bulunduğu, Atlas Okyanusu kıyısındaki Güney Afrika ülkesi. 824 bin km2’lik yüzölçümü ile Türkiye’den büyük. Ama nüfusu 2 milyon 100 bin ’ye 2,2 kişi düşüyor. Toprağının altı maden dolu, üstü gerçek bir “vahşi yaşam”.
Namibya 120 ağaç, 200 endemik bitki, 100 liken türüne sahip. Ülkede 14’ü endemik 240 memeli hayvan, 676 kuş, 250 sürüngen, 50 kurbağa türü bulunuyor. Ülkenin büyük bölümü dünyanın en eski çölüyle ve savanalarla kaplı.
Namibya’daki ilk durağımız Grand Canyon’dan sonra dünyanın ikinci büyük kanyonu diye adlandırılan “Fish River Kanyonu”. Tren kanyona en yakın yerde duruyor (Holoag Siding) ve otobüslerle kanyon seyir noktasına gidiyoruz. Kanyonları uzunluk ve derinlik olarak ölçümlemek hiç de kolay değil. “En büyük” kavramı biraz izafi.
Kanyonları sıralarken gezginler genellikle Afrika’daki Mavi Nil Kanyonu’nu (Blue Nile Gorge) ya da Himalaya kanyonlarını (örneğin Yarlung Tsangpo Great Canyon) hep unuturlar. Ama “Fish River Kanyonu” 160 km uzunluğu, 550 m derinliği ve 27 km genişliği ile gerçekten nefes kesici ve heyecan verici. Dünyada az sayıda gezginin ziyaret edebildiği bu kanyonu fotoğraf karelerine sığdırmak için uğraşırken hemen kokteyl masaları kuruluyor, şampanyalar patlatılıyor.
Tren kıvrıla, kıvrıla çöl içinde yol alırken, yemekler şarap eşliğinde 2-3 saatlik sohbetlere dönüşüyor. Menüler de 1920’li, 1930’lu yılların menülerini yineliyor. Öğleden sonra saat dört gibi “İngiliz Çayı” gerçekleştiriliyor. Ardından yemek öncesi aperatifler ve içkiler geliyor. Üçüncü, dördüncü gün bazı ünlü Güney Afrika şaraplarını beğenmeme, ya da daha eski yılların şaraplarını deneme gayretleri başlıyor.
Tren Namibya’nın başkenti Windhoek’ta duruyor. Hedefimiz dünyanın en eski çölü kabul edilen Namib Çölü’nün bir parçası olan Sossusvlei ve Sesriem Kanyonu. Sossusvlei, yerli dilinde “sonu olmayan bataklık” anlamına geliyormuş. Ufak uçaklara dağılıyoruz. Bir saatlik bir uçuştan sonra bölgenin en lüks oteli olan Sossusvlei Lodge’a yerleşiyoruz. Hava 28-30 derece, oldukça sıcak. Biraz dinlenip safari araçları ile çöle dağılıyor, çöl bitkileri, çöl gelenekleri hakkında bilgilendiriliyoruz.
Çölde safari sırasında kaya resimlerini ayrıntılarıyla gösteren safari araçları sürücüleri işi ağırdan alıp bizleri havanın kararmasına kadar oyalıyorlar. Ve sonra bizleri karanlıkta yürütüyorlar. Bir büyük kayanın köşesini döndüğümüzde birdenbire neredeyse 200 yerli feneri ile aydınlatılmış bir yere geliyoruz. Sürpriz! Bu akşam yemeğimiz “çölde açık büfe”. Yine şampanya ve şarap. Biraz açlığımızı giderdikten sonra kafamızı kaldırıp göğe bakıyoruz. Bir yıldızlar cümbüşü. Herkes bildiği takımyıldızlarını gördüğünü sanıp saymaya başlıyor. Oysa kuzey gökyüzüne alışmış bizler için güney gökyüzü tam bir bilmece. Her şey bize göre ters. Bazılarımız Güney Haçı’nı (Southern Cross) gördüğünü söylüyor. Ben ise “Delikanlım! İyi bak yıldızlara” sözlerini anımsıyorum.
Ertesi gün çok erken bir saatte, daha önce gezdirdiğim Şili’nin Atacama Çölü gibi dünyanın en eski çöllerinden birini içeren Namib-Naukluft Ulusal Parkı’nın güney bölümünü adım adım gezmeye çıkıyoruz. Çok değişik çöl bitkilerini ve hangi birini çekeceğimizi şaşırdığımız kumulları göre göre ilerlediğimiz, yüksek kızıl kumulları ile ünlü bu parkta önce Namibya’da fotoğrafı en çok çekilen yer olan kızıl renkli Kumul 45’i (Sesriem-Sossusvlei yolunun 45. km’sindeki kumul) görüyoruz. Ardından yola devam ediyor ve park yerinde araçlarımızdan iniyoruz. Yerlilerin Büyük Baba ve Büyük Anne diye adlandırdıkları kumullar arasındayız.
Yüksekliği 325 metreye kadar çıkan 5 milyon yıllık Büyük Baba kumulunun tepesine tırmanıyor, oradan Tuz Gölü’nün kurumuş bölümlerini anımsatan komşu Deadvlei’ye (Ölü Bataklık) ve artık taşlaşmış kumullara bakıyoruz.
Deadvlei’deki 500 yıllık akasya türleri şaşırtıcı. Nefes nefese kumulun tepesine çıktığınızda içindeki demir madeninden dolayı kızıl görünen çöl sizi bambaşka bir âleme taşıyor. Sanki dünyada değilsiniz. Ayak izleriniz kalıyor kumulda. Biraz sonra rüzgârın savurduğu ince kumlar hemen onu kapatıyor. İşte orada başka iz bırakanlardan sürüngen türü gekko’yu (gecko) ve çöl böceği tok toki’leri de görüyoruz. Tok toki kumul üzerinde serenad yapıyor. Kumullardan inip “Çölde Kahvaltı”ya oturuyoruz.
Uçaklarla yeniden Windhoek’a dönerken havadan çölün güzelliği bir başka görünüyor. Ertesi gün yine uçaklarla Afrika’nın en güzel hayvan parklarından biri olan Etosha Ulusal Parkı’na gidiyor, Kempinski Lodge’a yerleşiyoruz. Öğleden sonraki safaride önce yalnızca bu parka özgü siyah yüzlü impalayı, sonra da yine bu parkta görülebilen siyah gergedanları izliyoruz. Etrafımızda değişik geyik türleri, ceylanlar, gazeller, impalalar, kudu- lar, zebralar, filler, avından karnı şişmiş aslanlar…
Akşam Namibyalı bir grup yerli kadın bize oyunlar sunuyor, zılgıt çekiyor. Zılgıtın yalnızca Ortodoğu’ya ait olmadığına bir kez daha şahit oluyoruz.
Ertesi sabah yeniden safari, yeniden Etosha Parkı hayvanları… Sonra uçaklarla Windhoek’a geri dönüyoruz. Tren Swakopmund’a hareket ediyor. Öğle yemeği sırasında tren bir özel parktan geçerken, yemek masalarında oturanlar birden pencereden bakan bir siyah gergedan görüyorlar. Bu kadarı da olmaz.
40 bin nüfuslu Swakopmund Güneybatı Afrika sahillerindeki tek derin liman olan Walvis Bay’in İngilizlerin elinde olması nedeniyle 1892’de Almanlar tarafından kurulmuş. Yaklaşık yüz yıllık Alman binaları hâlâ kullanılıyor. Orada müzeleri geziyoruz. Deniz müzesindeki balıklar son derece ilginç. Özel bir müzedeki sunumlar da. Ardından Walvis Bay’den Johannesburg’a uçmadan önce Walvis Bay kuşlarını, özellikle flamingoları yakından izliyoruz. Namibya, Moğolistan’dan sonraki en seyrek insan yerleşimi, akıl almaz eskilikteki güzel çölleri ile artık yer yer İstiklal Caddesi kalabalıklığına ulaşan kızıl kum alanları dışında henüz gerçek bir “ Vahşi Yaşam” beldesi.
Namibya
Namibya 1884 yılından sonra Almanların, 1915’ten sonra beyazların yönetimindeki Güney Afrika’nın sömürgesiydi. Değişik soykırımlardan, ırk ayrımcılığından sonra, Marksist eğilimli Güney Batı Afrika Halkı Örgütü SWAPO’nun 30 yıllık mücadelesi sonunda 1990’da tam bağımsızlığını kazandı. Resmi dili İngilizce. Afrikaner dili ve Almanca dışında 11 “etnik dil konuşuluyor. Laik bir anayasa ve din özgürlüğüne sahip. Halkın yaklaşık yüzde sekseni Hıristiyan, diğerleri eski animist inançlarını sürdürüyor. Ülkenin yaklaşık yüzde 90’ı Siyah, yüzde 6’sı Beyaz. Bantu dili konuşan Ovambolar, Hererolar, Namalar ve Himbalar ilginç yerli topluluklar.
Kişi başına düşen gelir 7.800 USD. Ancak zengin-fakir arasındaki ayrım çok büyük. Bir diğer olumsuzluk AIDS’li oranının yüksekliği. Ülkenin en olumlu yanı ciddi bir yatırım yaptıkları turizm alanında “çevre korumalı” projelere ağırlık vermeleri. Ve bunu ulusal parkların içinde ve kenarında yaşayan yerlilerin katılımıyla gerçekleştirmeleri (Community Tourism).
Etosha Ulusal Parkı
5 bin km2si beyaz, tuzlu, 22 bin km2’lik bir alan. Bu nedenle adı Etoşa (yerli dilinde Büyük Beyaz Alan). İçinde otuz doğal su kaynağı ve besleme su havuzu var. 114 memeli türü, 340 tür kuş çeşidi içeriyor. 8 ayrı tür baykuşu var. Ama siyah yüzlü impalası ve tehlike altındaki siyah gergedanları biricik. Fil, aslan, çita, devekuşu, çakal, babun maymunu, zebra, vartog, kudu, oriks, flamingo, pelikan, springbok, değişik ceylan türleriyle ünlü. Tartışmasız Afrika’nın en güzel, en doğal, en iyi yönetilen ulusal parklarından biri.
*“Tren ile Namibya Safari”, The Gate, Temmuz 2013.