TÜRK YAZININDA KÖYE YÖNELİŞLER
Binlerce yıl sağılmışsın
Korkunç süvarileriyle yağmalamışlar
Nazlı seher – sabah uykularımı,
Hükümdarlar, eşkiyalar, haydutlar
………………………..
………………………..
Anadoluyum ben
Tanıyor musun ?
Orta Asya’dan kalkıp Anadolu’ya gelen ve ora insanları ile karışık ve çok yönlü bir uygarlık kuran Türklerin yazını, belirli bir Türk devleti kuruluncaya değin çeşitli adlar altında belirtilmiştir. Ben burada — Türk yazını — derken Türklerin Anadolu’ya geldikleri tarihten sonraki tüm yazınını anlatmak istiyorum. Yazımın ereği o günden başlayıp günümüze dek süregelen yazın içinde köye yönelişleri, bunların nedenlerini ve sonuçlarını tarihsel bir sıra içerisinde anlatmak olacak. Bu anlatışta salt köyün yazınıyla birlikte, köy ve köylünün çeşitli toplumlarla olan ilişkilerini kapsayan yazın da yer alacak. Yalnız ne var ki, yerimin darlığından bu incelemede çoğunlukla genellemelere gidip, köye eğilen yazar ve bazı yapıt adlarını vermekten öteye gidemeyecek ve onları eleştiremeyeceğim.
Türk köylüsü Türk yazınına ancak Cumhuriyet’ten sonra girebilmiştir. Ondan önceki Türk yazınında Türk köylüsü için yazılanlar ya yok denecek denli azdır yahut gerçeklerden çok uzaktır. Cumhuriyet öncesi Türk yazınında Osmanlı yazını diye adlandırılan devre üçe ayrılır: divan yazım, tekke yazını ve halk yazını. Geniş bir devreyi kapsayan divan yazım gerçeklerden korkmuş ve çeşitli sözcükler ile tekerlemeler arasına sıkışık kalmıştır. Çoğunlukla divan görüşünü anlatmaktan ileri gidememiştir. Tam halkın olan ve gücünü gerçek içinde yaşayan köylülerle göçebelerden alan halk yazım ise çoğunlukla vurucu gerçeklerin ötesinde kalmış, koçaklamaların ve koşmaların ardında bize köyü ve köylüyü anlatamamıştır. Bu üç yazın sonraları birbirlerine daha çok yaklaşmış ve köy ile köylüden iyice uzaklaşmışlardır.
Batı ekininin Türkiye’yi etkilediği 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında bir batılılaşma devinmesi görülür Türk yazınında. Yalnız o günlerde yazarlarımız sürekli olarak Fransız ekininin etkisi altında yazmışIardır. İngiliz politik egemenliğine karşın Türk yazınında görülen bu Fransız etkisi nedendir? Bu sorunun yanıtını Fransız düşüncesinin Osmanlı kafasına yatkın bazı dogmatik özellikler taşımasında (1) veya yapılan yeniliklerde sürekli olarak Fransız örnekleri kullanılmasında (2) aramak gerekir. Düz yazının da iyice geliştiği bu devrede Fransız yazınının romantik özelliği hemen göze çarpar. Edebiyat-ı Cedide ve Genç Kalemler gibi bazı dergilerde toplumsal konuların işlenmesine karşın köy ile ilgili fazla bir şey bulamayız bu devrede, köyü konu edinen iki küçük betikten başka: Nabızâde Nazım’ın «Karabibik»i (1890 da yayımlanmıştır) ile Ebubekir Nazım Tepeyran’ın «Küçük Paşa» sı. «Küçük Paşa» bir Orta Anadolu köyünü konu edinmiştir. Köyün orman, sağlık ve yol sorunlarına ışık tutarken, bir ana ile oğulu kentlilerle karşılaştırır, Fransız gerçekçiliğine örnek «Karabibik» ise Antalya – Kaş İlçesi’nin Beymelik Köyü’nü anlatır. Son derece gerçekçi olan bu betik ne yazık ki, gününde ve günümüzde iyice anlaşılamamıştır.
Bilimsel çalışmaların eksikliği ve geri kalmışlığı, bilim yolundaki çalışmaları yazına itmiştir Türkiye’de. Bunun içindir ki son yıllara değin bilim ile yazın karışık bir şekilde ortak yaşamışlardır. 1910 larda gelişen toplum bilimsel akımların etkilerini de böylece izleriz Türk yazınında. Toplumbilim alanında iki Fransız düşünce akımı ön kazanır o günlerde Türkiye’de. Biri Ziya Gökalp’ın öncülüğünü yaptığı ve kuramsal özelliği yüzünden yerinde araştırmaları ve monografik çalışmaları ortadan kaldıran Durkheim toplum bilimi, diğeri ise Prens Sabahattin’in öncülüğünü yaptığı, düzen, yöntem ve kılgısal önermeleri öne süren ‘Science Sociale’ toplumbilimi (3). Böylelikle Ziya Gökalp’ın ders verdiği üniversitede köy çalışmaları ilerleyememiş ve bu olay gerçekçi köy çalışmalarının Türk yazınına geç girmesinin nedenlerinden biri olmuştur. Bu arada Ziya Gökalp’ın – Halka Doğru – çalışmaları d hiç bir sonuç vermemiştir.
1) Kemal Karpat-Türk Edebiyatında Sosyal Konular – S. 28
2) Muzaffer Sencer – Türkiye’de Köye Yönelme Hareketleri – Sosyoloji Dergisi – Sayı : 17 – 18
3) Muzaffer Sencer – Adı geçen dergi.
Kurtuluş Savaşı yılları Türk tarihinde köylünün ilk kez anıldığı yıllardır. Yüzyıllardır savaşlarda yok edilen, ezilen ve sömürülen köy Bağımsızlık Kavgası’nda gösterdiği yararlılık ve üstünlük ile artık iyice ortaya çıkmıştır. Köylü değerinin en güzel anlatımını da Atatürk’de bulmuştur: «Köylü milletin efendisidir.» Halkla birlikte bir bağımsızlık savaşı veren Atatürk, Kurtuluş Savaşı’ndan hemen sonra yine halka dönmüş ve çeşitli söz ve eylemleriyle onu ortaya sürmüştür. İşte o günlerde esinlenen bazı yazarlarımız da köye yönelmişlerdir. Bunların en güçlüsü R. Nuri Güntekin’dir. Yazar «Çalıkuşu» ve «Anadolu Notları» nda Anadolu köylüsünü belirli açılardan anlatmağa çalışmıştır.
1930 larda gelişen iki olay vardır. Birisi devrin partisince kurulan «Halkevleri», diğeri ise devletçe desteklenen ‘Kadro’ yayını. Halkevleri devrimin ana ilkelerinden halkçılığı yaymaya çalışırken, ulus ve yurt sevgisini aşılayacak, coşkunluk yaratacak yapıtların gereksinmesini duyuyordu. Halkevlerinin dergisi olan ‘Ülkü’ de, o günlerin köy anlayışını belirleyebilecek yazılarda görüldüğü gibi bu yönde geliştirilmek istenen yazın halkevleri süresince arı dili ve folkloru geliştirmekten ötede bir yararlılık gösteremedi. Yalnız bu arada halkevlerinin esinlediği hava ile yazılmış ve toplum bilimsel olmaktan çok gezi yazıları olabilecek bazı yapıtlar ortaya çıktı (4). ‘Kadro’ ise devrimin toplumsal ve politik düşüncesini kurmağa çalışan bir dergi idi. Kapatılıncaya değin Türk yazarlarını etkilemekte büyük başarı gösterdi. Ve Türk yazınında köye yönelen ilk güçlü bir yapıt da bu derginin kurucularından, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nca yazıldı: Yaban (1932). Bu roman bir Anadolu köyünde, Türk köylüsünün Osmanlı aydını ile yaptığı —hesaplaşmanın—soyut bir örneğidir. «Ya-ban» gerçekçilikten ötede, köyü ve onunla tüm Anadolu’yu anlatıp yeni bir çığır açtığı için önemlidir. 0, yıkık, yoksul ve tükenmiş Anadolu’yu çok güzelce gözler önüne serer. Olayları Türk aydınının yüzüne bir şamar gibi indirirken sorar: «Bu viran ve yoksul insan kütlesi için ne yaptın? Yıllarca, yüzyıllarca onun kanını emdikten ve bir posa halinde kanını toprak üstüne akıttıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinme hakkını kendinde buluyorsun. Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası vardı, besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı, işletemedin. 0, katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti. Şimdi elinde orak buraya gelmişsin, ne ektin ki onu biçeceksin.»
Öte yandan «Yaban» dan ötede gelişen bir yazın vardır ve bu bir —romantik köycülük— olarak kendini çoklukla şiirde göstermiştir. M. Faruk Gürtunca, Orhan Seyfi Orhon ve Faruk Nafiz Çamlıbel’de örneklerini bol
4) Örneğin: Argıncık Köyü – Kayseri Halkevi (1937)
Köylülerle bir Sohbet – Ekmel İzdem (1937)
Kütahya’da Alayund Köyü – Köy Muallimi Nuri (1939)
gördüğümüz bu şekil yazın, beyaz badanalı evleriyle, ırmaklar içinde, se• rin ve tatlı köyortamı yaratmaktan öteye geçememiştir. İşte M. F. Gür- tunca’dan bir örnek:
Sen ne güzel bulursun, Orda bahar başkadır,
Gezsen Anadolu’yu! Kışlar, yazlar başkadır,
Dertlerden kurtulursun, Ah! . .. bu diyar başkadır
Gezsen Anadoluyu! Gezsen Anadoluyu.
Aynı günlerde Türk yazınında geniş etkiler bırakan toplumsal akımın köye yönelmiş iki güçlü yazarını görürüz: Sabahattin Ali ve Nazım Hikmet. Biri güçlü öyküleri ile Anadolu gerçeklerini dile getirip, Anadolu köylüsünün ne soylu bir kişi olduğunu anlatırken (özellikle «Kuyucaklı Yusuf» adlı yapıtında) diğeri yalın sözcüklerle yazdığı Türkçenin ne denli güzel bir dil olduğunu ortaya koymuş ve o güne değin görülmemiş bir üstünlükle anlatmıştır Türk köylüsünü şiir ve oyunlarında. İşte «Memleketimden İnsan Manzaraları» ndan iki örnek:
Türk Köylüsü
O topraktan öğrenip
Kitapsız bilendir.
Hoca Nasreddin gibi ağlıyan .
Bayburtlu Zihni gibi gülendir.
Ferhad’dır
Kerem’dir
ve Keloğlan’dır.
Hikaye-i Karayılan
Karayılan
Karayılan olmadan önce
Antep köylülüklerinde ırgattı
Belki rahatsızdı, belki rahattı
(Bunu düşünmeğe vakit bırakmıyorlardı.)
Yaşıyordu bir tarla sıçanı gibi
ve korkaktı bir tarla sıçanı kadar.
*Yiğitlik» atla, silahla, toprakla olur.
Onun atı, silahı, toprağı yoktu
Boynu yine böyle çöp gibi ince
ve böyle kocaman kafalıydı
Karayılan
Karayılan olmadan önce.
1940 lardan ise Türk yazınında derin etkileri olan bir olay görürüz. Bu daha önceleri başlayıp; 3803 sayılı yasa ile devletçe kurulan ‘Köy Enstitüleri’ olayıdır. Eğitim yoluyla Türk köyünü kalkındırma düşüncesini ortaya atan İsmail Hakkı Tonguç’un eylem alanına koyduğu bu okullarda, köy gerçekleri içinde pişerek ortaya atılan köylü – aydınlar, gerçekçi bir sanat anlayışıyla Türk yazınına değerli yapıtlar kazandırmışlardır. Gerçek olarak 1940-46 arasında öz varlığını gösteren bozulmuş olarak 1952 lere değin süren köy enstitülerini yirmi bin öğretmen bitirmiş ve bunlar gerek çıkardıkları dergilerle ve gerekse yazdıkları yazılarla Türk yazınını geniş şekilde etkilemişlerdir. Bu sıralarda gelişen diğer bir olay da Türkiye’de demokrasinin kuruluşudur. Demokrasinin kuruluşuyla ortaya çıkan partilerin oy avcılığıyla köylere yönelmeleri, doğal olarak Türk yazınını etkilemiş ve Türk köylüsünün Kurtuluş Savaşı’ndan sonra ikinci kez anılışında köylü aydınlardan ayrı olarak kentli yazarlar da köye yönelmişlerdir(5)
İşte böyle bir zamanda İvriz Köy Enstitülü Mahmut Makal Varlık Dergisi’nde yazdığı sürekli bir yazı ile yeni bir çığır açmıştır Türk yazınında (6). Sonraları «Bizim Köy» adı altında bir betikte toplanan bu yazılar geniş yankılar uyandırmış ve onu izleyen yıllarda Türkiye’de sekizinci baskısını yaparken, dışarıda da birçok dillere çevrilmiştir (7). 1950 – 60 arasındaki köycülük devinmelerine öncülük edecek olan bu betik, yazarının büyüdüğü ve öğretmenlik yaptığı iki köydeki köylü yaşamının somut bir anlatımıdır. Kıtlık içerisinde geçen bir kış sırasında yazılan bu yazılardaki anlatış somut olduğu gibi acıdır da: «Tezeği yakan köylüye ‘gübreyi yakmak deliliktir, tarlaya dök’ derler. Bu konu üzerine bilimsel (!) makaleler çarpıştıranları da görürsünüz. A, efendim yakmağa tezek bulsak öpüp başımıza koyacağız! Hem köylü tezek yakmasın da ne yaksın? Günahını mı?»
5) Ayrıca bundan önceki yıllarda M. Ali Şevki’yle ‘başlayıp, sonraları Behice Boran, Pertev N. Boratav ve Niyazi Berkes’ce sürdürülen köy araştırmaları yapılmıştır üniversitelerimizde. Bu araştırmalar köy yazınını etkilerken, birdenbire gelişen ,köy yazınını da monografik çalışmaları etkilemiş ve İ. Yasa, C. O. Tütengil ve C. Tanyol’un toplum bilimsel araştırmaları ortaya çıkmıştır. (Özellikle C.Tanyol’un «Baraklarda Örf ve Adet Araştırmaları» adlı incelemesi çok ilginçtir.
6) Gerçekte – Köy Notları – çığırını açan Mahmut Makal değil, «Köyden Haber» adlı betiğin Yazarı Muhtar Körükçü’dür. Muhtar Körükçü’nün yazıları Makal’inkilerden önce yayınlanmıştır Varlık Dergisi’nde. Yalnız ne var ki, kentli Körkçü’nün yazıları, köylü Makal’ınkiler ölçüsünde gürültülü ve etkili olmamıştır.
7) «Bizim Köy» yazınımızda geçen ilk ad değildir. Cahit Beğenç’in 1948 de yayımlanmış aynı adı taşıyan bir beğiti vardır.
O günlerde gerek köyü bilmeyenlerin onu tanımak istemesi ve gerekse politik ortam kendilerine köyü konu edinen geniş bir yazarlar öbeği ortaya çıkarmıştır: Konya Aksarayı’nın Demirci Köyü’nden Mahmut Makal ile birlikte, Burdur’un Akça Köyü’nden Fakir Baykurt, Sarılar’ın Ömerler Köyü’nden Talip Apaydın, Ceyhan İlçesi’nden Orhan Kemal, Osmaniye İlçesi Hemite Köyü’nden Yaşar Kemal, yine köy enstitülü Mehmet Başaran, kentli Kemal Tahir, İlhan Tarus, Samim Kocagöz, Kemal Bilbaşar ve diğerleri. Bu yazarlardan köy enstitü bitirgelileri köylünün tüm sorunlarına dokunurken, çoğunlukla onun bilgisizliğini anlatmışlar ve köyün ancak eğitim yoluyla kalkınabileceğini öne sürmüşlerdir. Kentli yazarlarsa genellikle köy – kent ilişkilerini dile getirmişlerdir. Bu yazarlardan yazılan roman ve öyküIerdeki olayların yaşanmış olup, kişisel gözlemlere dayanması ve yazılardaki dilin yalın olması, bu yazarların geniş bir toplulukça okunmasını sağlamış ve Türk yazınında gerçekçi öykü çığırını açmıştır.
Nedir köy yazınının konu edindiği şeyler? Birkaç örnek bu soruya yanıt olabilecektir sanırım. Fakir Baykurt’un «Çilli» adlı öyküsü köylünün yaşama olan ilgisizliğini, içine kapanıklılığını anlatır. «Ben, şu yandaki dağın başına çıktım mı ötede bir dağ görülür, onun ötesinde ne vardır bilmem. KarıIarım ise hiç bilmez.» diyen köylü çok şeyi açıkça ortaya sürer. «Memleketin Sahipleri» adlı yapıtında alın yazıcılığa ve gericiliğe karşı çıkan Mahmut Makal, bir diğer yapıtında «Dertli Pınar» da köylülerin sağlık sorununu inceler. Yazarlardan bazıları çağın bilimsel verileri karşısında köylünün geleneksel yaşamında ortaya çıkan değişiklikleri anlatırlar. Bunların en önemlisi izler (traktör) dir. Kemal Bilbaşar’ın «Pembe Kurt» unda, Yaşar Kemal’in röportajları «Çukurova Yan Yana» da, Talip Apaydın’ın «Sarı Traktör» ünde izlerin etkileri incelenir ve onun getirdiği tutumsal ve toplumsal değişiklikler tartışılır. Köylünün toprağını korumak istemesi ile devlet memuru ve ağa baskısına karşı çıkması, özgürlük ve tüze peşinde koşan bir —eşkiya—kişiliğini yaratır. Kemal Tahir’in «Düşman Yolları Kesti» adlı romanı ile Yaşar Kemal’in «İnce Memed» i bu konuyu temel edinmişlerdir. Anadolu köylüsünün temel sorunlarından toprak yetersizliği ve su kıtlığı Talip Apaydın’ın «Yarbükü» nde, Kemal Tahir’in «Sığırdere» sinde ve dolaylı olarak Fakir Baykurt’un «Yılanların Öcü» nde gözler önüne serilir.
Köydeki düzenin değişen dış dünya iIe birlikte, gelişen yol, nüfus ve büyük yapım işi karşısında sarsılması, bunun neticesinde köylünün dışarıdan yardım araması (örneğin ortakçılık peşinde koşması) ve kente giderek gecekondulara yerleşmesi Talip Apaydın’in «Emmioğlu» adlı betiğinde geniş bir şekilde anlatılır, Benzer köy-kent ilişkileri Orhan Kemal’in «Gurbet Kuşları» ve «Bereketli Topraklar üstünde» adlı romanlarında, Kemal Tahir’in «Sağırdere» sinde, Talip Apaydın’ın «Sarı Traktör» ünde ve son olarak köy enstitülü Behzad Ay’ın «Dor Ali» sinde incelenir. Köy enstitülü öğretmenlerin köy yaşamları da Mahmut Makal’ın «Köye Gidenler», Talip Apaydın’ın «Ortakçılar (1. Betik) » ve Fakir Baykurt’un «Onuncu Köy» adlı yapıtlarına konu olmuştur. Köylü. işçilerin yeni düzene uyma çabaları ise Orhan Kemal’in «Eskicinin Oğulları» ve ve Mehmet Seyda’nın «Zonguldak Hikayeleri» adlı betiklerinde incelenir. Doğu Anadolu köylüsünün eski yaşam düzenine bağlılığı ve töre ile dinin baskısı altında ezilmişliği, köy enstitüsü Dursun Akçam’ın «Maral» adlı betiğinde toplanan öykülerinde ve Kemal Bilbaşar’ın «Cemo» adlı romanında iyice işlenmiştir. Köylülerin ilkel ve doğal içgüdüleri ise Necati Cumalı’nın dünyaca tanınmış «Susuz Yaz» adlı öyküsünde anlatılmıştır. Çok ilginç bir konu da Samim Kocagöz’ün «Bir Karış Toprak» adlı betiğindedir. Yazar göçebe yörüklerin köylü olup, toprağa yerleşmek istemelerini güzel bir şekilde anlatır.
Türkiye’de köy yazınının gelişmesine yardımcı olan en büyük kaynaklardan biri de dergilerdir. Yıllarca köy sorunlarına ışık tutan ve birçok öğretmenin yazınsal yeteneklerinin gelişmesine yardım eden Varlık Dergisi’nce desteklenen köy yazını, sonraları çıkan diğer dergiler; Yeditepe Dost, Yeni Ufuklar ve Yön’ce de desteklendi. Varlıkta kümelenen büyük bir yazarlar öbeği (8)” öykü, köy-notları ve İnceleme alanında Türk yazınına çok güzel örnekler kazandırdılar (9). Ayrıca birçok ozan da köy şiirlerini yayınladılar bu dergilerde. Bunlardan Cahit Külebi, Ahmet Kutsi Tecer, Necati Cumalı, Oktay Rıfat, Fazıl Hüsnü Dağlarca ve Ceyhun Atuf Kansu’yu sayabiliriz. Köyü çeşitli açılardan anlatmağa çalışan bu ozanlardan Kansu ile Dağlarca’nın şiirleri çok etkili olmuştur.’ Özellikle Dağlarca’nın «Toprak Ana» sı bu konuda bir anıtdır. lşıksız Köy, Çocuksuz Köy, Ağaçsız Köy, Mektupsuz Köy, Yağmursuz Köy, Yolsuz Köy ve Ölümsüz Köy adlı şiirlerinde ozan, köyün çeşitli sorunlarına dokunur. İşte Dağlarca’nın köyü:
Köy dediğin ne,
Namık Kemal’in mahzun dediği, Mustafa Kemal’in bayrak
açtığı dağ, başı ağam.
8) Özellikle şu yazarlar: Muhtar Körükçü, Talip Apaydın, Behzad Ay, Mehmet Seyda, Ceyhun Atuf Kansu, Kasım Avcı, Şevket Yücel, Hasan Kalender, Ahmet Köklügiller, S. Şimşek.
9) Örneğin: Muhtar Körükçü – Köyden Haber, Anadolu Hikayeleri Selahattin Şimşek – Hakkari Dedikleri
Ağrıdığı yer; hepimizin.
İnsan oğluna karşı,
Kurdun kuşun yediği.
27 Mayıs Devrimi sonrasında gazetelerin köye yönelmeleri ise Türk yazınında inceleme ve röportaj kollarının gelişmesini sağlamış ve bu alanda güçlü kişileri ortaya çıkarmıştır. Necmi Onur’un «Mezarlarında Yaşayanlar» ve «Telsiz Duvaksız Anadolu» su, Dursun Akçam’ın «Kanayaklılar» ile «Analar ve Çocuklar» ı, Muzaffer Erdost’un «Şemdinli Röportajı» bu türdeki örneklerdir. Gezi-yazıları alanında en güzel yapıtları veren ise Fikret Otyam’dır. Yazar ‘Gide-Gide’ adını verdiği betiklerinde kusursuz bir anlatım ve çok iyi çekilmiş görüntülerle Doğu Anadolu köylülerinin birçok sorunlarını ortaya sürer A.z çok bu alana giren diğer bir yapıt da Halil Aytekin’in «Doğuda Kıtlık Vardı» adlı betiğidir.
Bütün bunlardan ayrı olarak yazının diğer türlerine girebilecek bazı yapıtlar da vardır. Bunlardan Ceyhun Atuf Kansu’nun «Köy Öğretmenine Mektuplar» adlı denemesini ve Şevket Süreyya Aydemir’in «Toprak Uyanırsa» adlı andacını sayabiliriz. Eleştirmencilerce romantik olmak ve gerçeklerden uzak kalmakla suçlanan «Toprak Uyanırsa» yahut «Ekmeksizköy Öğretmeninin Hatıraları» nda Şevket Süreyya, Kadro Dergisi’nin kurucularından birisi olarak yine tekniğin, organların ve bir kadronun önemini savunuyor, Keltepe’de doğa ile insanın savaşını verirken. Köyün bütün gerçeği de yatalak imamca ortaya atılıyor: «Köyün dirliğine el atmadan, Keltepe’de değil mektep, darülfünun açsan nafile. Sen köyün dirliğine el at oğlum, dirliğine bak.»
Bu yazar ve ozanlar Türkiye’de bir köy yazınının ortaya çıkmasını sağlamışlar, gerçekçi öykü çığırını açmışlar ve güçlü roman örnekleri vermişlerdir. Yalnız bu arada bazı yazarlar yapıtlarındaki aynı başarıyı sürdürememişler (örneğin Mahmut Makal), bazıları gözlem yapmadan, oluşumları incelemeden, peşin yargılarla betik yazmışlar (örneğin Samim Kocagöz’ün «Yol üstündeki Kaya» sı) yahut işin yalnızca ticaretini yapmışlardır. Bu arada Talip Apaydın ve Behzat Ay gibi yazarlar da köy enstitülü havasından sıyrılarak, köyün sorunlarına yalnızca eğitim ve tarım açısından bakmayı bırakmışlar ve köyün gerçekçi oluşumunu anlatmağa başlamışlardır.
Türk yazınında köyün girdiği en son alan tiyatrodur. Özellikle 27 Mayıs Devrimi’nden sonra ortaya çıkan köy oyunları, giderek güçlü Türk sanatçılarının elinde doruğuna ulaşmıştır. Binlerce kişi tarafından seyredilen bu oyunlardan Cahit Atay’in «Pusuda», «Sultan Gelin» ve «Ana Hanım-Kız Hanım» adlı oyunları, Recep Bilginer’in «İsyancılar» ı, Necati Cumalı’nın «Nalınlar» ı, Hidayet Sayın’ın «Pembe Kadın»’ı ve Yaşar Kemal’in «Teneke» si ilgi çeken oyunlar olarak sayılabilinir.
Ayrıca son günlerde ortaya çıkan ve bazı olaylar yüzünden toplumun ilgisini çeken bir ozanımız daha vardır ki; yazıma onu da almadan son veremedim, Aşık İhsani adındaki, bu hiç eğitim görmemiş ozan, köylünün dertlerini ortaya sürmede ve köyün gerçek yapısını anlatmada bizim toplumcu geçinen yazarlarımıza taş çıkartacak bir şekilde başarıya ulaşmış ve çok güçlü şiirler söylemiştir sazıyla. İşte ozanın ‘Yüz Kuruş Yeter’ diye satışa çıkarılan, «Ağalı Dünya II» adlı betiğinden bir şiir:
Çöktü Ha Çöktü
Bizim köyün kel ağası bir sabah
Çökmeye başladı, çöktü ha çöktü,
Boğazından aldığını burnundan
Dökmeye başladı, döktü ha döktü.
Vermezken fakire izbeyi ini,
Ta yerin dibinde buldu kendini,
Topraksız yaşayan sular bendini,
Yıkmaya başladı, yıktı ha yıktı.
Gayri ne bir zulüm, ne bir kolay kar,
Hiç biri kalmadı ağayla bunlar
Köyümüze ılık, ılık kanunlar
Akmaya başladı, aktı ha aktı.
Abdullah onardı kırık dişini.
Kutnu ile sarmaladı döşünü,
Hardalların Riza eğik başını,
Dikmeye başladı, dikti ha dikti.
Murtaza hapisten, Kevser dulluktan,
Mehmet ömrü boyu kulu kulluktan,
Danalar, sıpalar boyunduruktan
Çıkmaya başladı, çıktı ha çıktı.
Eğri Yusuf, kırık Osman, çil Mine,
Zülfikar amuca, Gülbahar nine,
Herkes kendi emeğini kendine,
Çekmeye başladı, çekti ha çekti.
A.A.
1967 İzlerimiz Araştırma Birincilik Ödülü
“Türk Yazınında Köye Yönelişler”, rk izlerimiz, Sayı: 38, s. 66-74, İstanbul 1967.