Gezi Yazıları

Kapadokya’nın Gizli Güzeli: Gelveri*

Artık klasik Kapadokya turlarına konu olan Ürgüp, Ortahisar, Soğanlı, Üçhisar, Göreme ve Avanos’a ek olarak ulaşımı kolaylaştırılmış, olağanüstü güzelliklere sahip, keşfedilmeyi bekleyen bir belde var: Gelveri; eski adlarıyla Kalvari ya da Karballa, en yeni adıyla Güzelyurt. Eski adları belki de İsa’nın çarmıha gerildiği “Calvari” tepesinden geliyor. Gelveri, yaydığı volkanik örtü ile Kapadokya’nın oluşumuna katkıda bulunan Hasan Dağı’nın 13.266 m kuzeyinde bulunuyor. MS 4. yüzyılda Hıristiyanlığın yayılması sırasında en önemli dinsel merkez olmuş. Kayseri Başpiskoposu Büyük Vasilios (329-379) ile birlikte manastır kültürünün temellerini atan, Ortodoks ilkeleri oluşturan Nazianzlı Aziz Grigorios’un (330-389) (Aya Yorgi ya da St. George) doğum yeri olan Nazianz (Naziansus) Gelveri’ye 20 km uzaklıkta imiş.

“Nevşehir-Ürgüp-Avanos” küçük üçgeni, “Kapadokya” (Perslerde, “Güzel Atlar Ülkesi” anlamına gelen “Katpatukya” sözcüğünün değişime uğramış biçimi) diye adlandırılıyor. Oysa jeolojik ve tarihsel gerçeklere uygun olarak Kapadokya, “Aksaray-Niğde-Kayseri” büyük üç- genini kapsamalı. İşte Gelveri, bu büyük üçgenin içinde saklı kalmış şirin bir yerleşim. Yakın zamanlarda ilçe oldu. Yeni yapılan asfalt yollar, Gelveri’yi bize yakınlaştırdı. Aksaray’dan sonra Ihlara Vadisi’ni gezip, 10 dakikada Gelveri’ye ulaşmak, oradan da Derinkuyu’ya gidebilmek mümkün asfalt yollardan.

Gelveri, kavaklar, söğüt ağaçları, üzüm bağları, yaban kedileri, keklikleri, sığırcıkları, yaban güvercinleri ile her mevsim ayrı bir renge bürünen bir doğa cümbüşü. Bir volkanik oluşumun ustaca işlenişi…

Tarih ve Toplum dergisi ile FEST Seyahat Acentesi’nin birlikte düzenlediği kültür gezilerinden biriyle Gelveri’yi bir kez daha geziyoruz. 1856 yılında Rumlarca Kızlar Okulu olarak inşa edilen ve 1987’de Yıldız Üniversitesi’nce restore edilip ilginç bir konaklama tesisi olarak hizmete açılan Karballa Otel’in büyük kemerli salonu, ünlü Kapadokya şarabı ve “Carmina Burana” ile selamlar bizi.

Daracık köy sokaklarında ise 15 yıl öncesinin Ürgüp ya da Avanos “sıcaklığı” karşılıyor. Evlerine davet edenler, tandır ekmeği satanlar… Turizm gelince de kötü, gelmeyince de. 5-6 yıl içinde yerli, yabancı turistler “keşfedecek” Gelveri’yi. Çünkü Gelveri görülmeden Kapadokya’nın algılanması olanaksız. Her şeyin ticarileşmesi ile birlikte o müthiş “sıcaklık” da yok olacak. Ve bizler “eski Gelveri”yi özlemle arayacağız.

Kilisedeki Gizli Müzik

Kilise Camisi’ne (İlahiyatçı Aya Yorgi Kilisesi) yukarıdan bakan tepede kayalara oturuyoruz. Garip bir sessizlik bizi MS 4. yüzyıla götürüyor. Sonra birlikte Sivişli Kilisesine iniyoruz.

Nereden geldiği belli olmayan bir antik koro müziği ile karşılanıyoruz. Hâlâ tavanda varlığını koruyan altın yaldızlı halesi ile İsa bizleri kucaklıyor. Geziye katılanlar şaşkın. Bu müzik nereden geliyor? Birdenbire sevimli bir yeniyetme yanımızda bitiveriyor. Aydınlık yüzünde şeytanca bir gülümseme: Oteldeki kurgumuz gereği, biz gelmeden gizli bir köşeye pilli kasetçaları yerleştirip görevini başaran Cihangir bu. 1,5 aylık bir kurstan sonra Karballa Otel’de garson olmuş, 14 yaşında. Sol eli hep belinde servis yaparken. Çatal, bıçak istiyorsunuz, tabakta getirip sunuyor. Sanki on yıllık bir beş-yıldızlı otel çalışanı.

Sonra Kilise Camisi’ni geziyoruz (Kilise Camisi, yaşanmış bir hoşgörüyü yansıtan ne güzel bir terim, İstanbul’da da karşılaştığımız gibi). Yazılanlara bakılırsa, 385’te İmparator Teodosyus tarafından inşa ettirilmiş, 1835’te restore edilmiş, 1924’te camiye çevrilmiş. Yedi saatlik yürüyüş mesafesinden duyulduğu iddia edilen çanı, Odessa’dan getirilmiş. Şimdi kayıp. Tokmağı ise yan şapel girişinde duruyor.

Kilisenin freskleri badana ile kaplanmış. İkonastasisi bulunduğu yerden alınarak mihraba yerleştirilmiş. Çan kulesi üzerine minare dikilmiş. Caminin artık cemaati kalmamış. Kapalı duruyor. Gelveri’ye gönül verenler Kilise Camisi’nin temizlenerek yeniden kiliseye dönüştürülmesi için ilgili yerlere başvurmuşlar. Olumlu yanıt da almışlar.

Ve Kilise Müziğinin Anayurdu…

Ardından otobüsle Manastır Vadisi’ne gidiyoruz. Manastır Vadisi, Ortodoks büyüklerinin, birlikte çalışma, birlikte yaşama, birlikte ibadet ilkeleri üzerine kurdukları manastırların ilk oluşturulduğu yerlerden. Birlikle söylenen ilahilerin, “Kilise Müziği”nin ilk gerçekleştirildiği bölge. Değişik biçimlerde oluşmuş peribacalarını, deve boyuna ayarlanmış ahırları, aşevini, manastır bölümlerini ve bazı kiliseleri geziyoruz, daracık taş geçitler üzerin- de seke seke. Kasetçalardan gelen 9. Senfoni, vadide yankılanıyor. Alacakaranlık, lacivert ve siyahın çeşitli tonlarıyla MS 4. yüzyılı daha bir vurguluyor.

Yeraltı Kentleri

Ziyarete açılan iki yeraltı kentinden birini geziyoruz daha sonra. Eline sağlık Güzelyurt Belediyesinin, ışıklandırmış yeraltı kentini. Gelverili çocuklar inanılmaz labirentlerden bizi Kör Sokak’a çıkarıyor yeniden. Derinkuyu ve Kaymaklı yeraltı kentlerinden oldukça değişik bunlar. Kuyu türü ara geçitlerle iniliyor bir aşağıdaki katmana.

Kaya oyma mekânlara tonoz örtü ile yapılan eklemeler, kesme taş yeni binalar, kayalara oyulmuş, dış görünüşleriyle tek odalı, gerçekte 5-6 odalı konutlar (tatsız bir gerçeklik: “Bu konutlara tapu nasıl veriliyor?sorusu), mahalle fırınları, Kilise Camisi, Sivişli Kilisesi, Koç Kilisesi, Meryem Kilisesi, Manastır Vadisi, Yüksek Kilise, yeraltı kentleri, Kör Sokak büyülüyor, gidip gelen renkleriyle taş binalar sarhoş ediyor insanı. Nasıl saklamış, niye unutturmuş Gelveri böyle kendini?

Bölgede Ortodoksluğun yayılması acıyla yaşanmış. “Baba-Oğul-Kutsal Ruh” üçlemesine inananlar ile inanmayanlar arasındaki bitmeyen kavga, “Bizans oyunları”, başpiskoposluk mücadeleleri, ölümcül sonuçlar üretmiş. Bu mücadelede kadınlar da kullanılmış. Roma İmparatoru Ariusçu Valens, manastırlardaki keşişleri “yoldan çıkarmak” için, “rahibe” kılığında kadınlar göndermiş. Bunlar manastır ahlak anlayışını bozmakta başarılı da olmuşlar. Yazılanlara bakılırsa o dönemden sonra Gelverililer birine kızdıklarında, “rahibe çocuğuderlermiş.

Bölgedeki Analipsis Tepesi’nde bulunan obsidyen araçlar bizi Kalkolitik Çağ’a götürüyor. Yine aynı yerde ve Gelveri dolaylarında Hititlere ait buluntular ele geçirilmiş. Hattiler, Hititler, Medler, Persler, Kapadokya Krallığı, Roma ve Bizans İmparatorlukları, Selçuklular, beylikler, Osmanlılar… Hepsi birbirine karışmış.

Hititlerin “bin tanrılı” dinsel anlayışı, “Hipsistarii” dini (yüce tanrıya tapanlar, başlangıçta Aziz Grigorios’un babası gibi), Pagan ve Pers inançları, Ortodoksluk, ardından Müslüman Selçuklu ve Osmanlı kültürleri, çok değişik sosyoekonomik ve dinsel öğeler tam bir mozaik yaratıyor Gelveri’de. Bu şaşırtıcı mozaik kimi yerlerde belli sentezlerde buluşuyor. Hoşgörü alabildiğine. Kaya Camisinin Hıristiyanların yardımı ile oyulduğu söyleniyor. Müslüman-Ortodoks, yüzyıllarca birlikte kardeşçe yaşıyor.

Gelveri’deki Hıristiyanlar “Islahat Fermanı” ile kendilerini daha özgür hissetmiş. 19. yüzyılın ikinci yarısında Yukarı Mahalle’de görkemli taş binalar inşa etmişler. Mübadeleden bir süre önce Osmanlı hükümetinden elde ettikleri özel bir ayrıcalık ile üzerinde Aziz Grigorios’un resmi bulunan para bastırmışlar. Bu paraları yöredeki Türkler de kullanmış.

Yunanistan’daki Gelveri

Kapadokya’da Türkçe konuşup Yunan alfabesi ile yazan Hıristiyan halk, “Rum” sayılarak 1923 yılından sonra Lozan Antlaşması gereği Yunanistan’daki Türkler ile mübadele ediliyor. Yurt edinilmiş yerleri terk etmek yürek söküyor. Gidenler Yunanistan’daki Nea-Kalvari (Yeni Gelveri) adıyla bir köy kuruyor. Buradan götürdükleri eşyalar ile bir de müze oluşturuyorlar. Yurtlarını terk etmek zorunda bırakılanlar son yıllarda Gelveri’yi ziyarete gelmeye başlamış. Bildik bir sevecenlikle karşılıyor yerli halk onları. Bıraktığı evin hâlâ ayakta durduğunu gören eski Gelverili “Rum” sevinçle kucaklıyor yeni ev sahibini, “Sağ ol kardeş, ne iyi bakmışsın evime” diyerek. Keşfedilmeyi bekleyen bir masal Gelveri. Bedri Rahmi Eyüboğlunun deyişiyle, “Rüzgârı taş, saçağı taş, yorganı taş, yastığı taş”. Gelveri-Güzelyurt’u görmeden, “Kapadokya’yı gördüm” demek olmuyor.

*“Kapadokya’nın Bir Gizli Güzeli: Gelveri”, Cumhuriyet Dergi, 10 Haziran 1990.

LinkedIn
Share
Instagram