Düşler ve Gerçekler*
İstanbul gerçek anlamda bir zıtlıklar kenti. Tezatlar içinde yaşayan bir küresel megapol. Gerçeklik ve şehir efsaneleri, telaş ve sükûnet, güzellikler ve çirkinlikler, eski ile yeni, yoksul ile zengin, doğal, tarihî ve kültürel sürdürülebilirliği savunan ile bunları kendi günlük çıkarları için hunharca yok etmeye çabalayan yan yana. Bu nedenle İstanbul üzerine distopyalar kurmak da ütopyalar yaratmak da çok mümkün.
Özellikle son 15 yıldır yeni dünya düzeninin, neoliberal politikaların İstanbul’a yeni görevler yüklediği söyleniyor, yerel yöneticiler, ticaret ve finans temsilcileri (İTO dâhil) ve siyasi iktidar sözcüleri tarafından: İstanbul dünyanın finans, kültür, turizm ve alışveriş merkezi olacak. Sanayi kentten kovulacak, ticaretin, finansın, iletişimin, her türlü yeni teknolojinin oligarkları, yüksek uzmanları kentin yeni egemenleri olacak. İddialara göre, fuar, kongre, moda, eğlence, alışveriş, sağlık, spor, golf vb. turizmleri İstanbul’un geleceğini belirleyecek
Öncelikle elimizde İstanbul’a ilişkin tüm tarafların ortaklaşa karar verdiği, (kamu, özel, STK’larca tartışılmış, kentli katılımı ile zenginleştirilmiş ve resmileştirilmiş) bir makro İstanbul planı yok. Bu nedenle İstanbul hakkındaki gelecek tasarımını bilmiyoruz. Daha da kötüsü, egemenlerin kafalarındaki gerçek niyetleri okuyamıyoruz. Mega projeler nerede, nasıl gerçekleşecek?
Peki, mimarlar, şehir plancıları, mühendisler, iktisatçılar, kültür insanları, ressamlar, heykeltıraşlar, müzisyenler, film yöneticileri, turizmciler, AVM’ciler vs. nasıl bir İstanbul 2050, nasıl bir İstanbul 2100 düşünüyorlar? Balıkçı Ahmet ile seyyar satıcı Mehmet ne düşünüyor? Bir tasarıya sahipler mi? Bu nasıl bir beklenti ve tasarımdır? Eğer bu kişiler bir tasarıma sahipse, bunu kenti yerelden ya da merkezden yöneten ve kenti her gün yeniden inşa etmeye, sonra yeniden kurgulamaya kalkan egemenlerle nasıl paylaşabilirler? Yalnızca turizm açısından “pembe rüyalar görenler” ve “gerçek kötü niyetlerini hâlâ kafalarında taşıyanlar” için bazı olumsuzlukları sıralamakta yarar var:
- İstanbul bir makro plana sahip değildir. İstanbul’un Koruma Amaçlı İmar Planı yoktur. İstanbul’un resmileştirilmiş mega projeler ya da mega yatırımlar planı yoktur.
- Son 10 yılın dönüşüm projeleri kent dokusuna olumsuz müdahaleler getirmiştir. Özellikle İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın restorasyonları kalıcı zararlar vermiştir.
- İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesi kente çok iyi bir ivme sağlayacakken tersi olmuştur. Kamu-özel-STK ortak çalışması açısından bir model yaratma şansı kalıcı bir biçimde yitirilmiştir.
- İstanbul hâlâ Haliç Köprüsü ve Marmaray Motorlu Araç Tüneli gibi nedenlerle UNESCO incelemesi altındadır. Bazı projelerden vazgeçilmez ise İstanbul’un UNESCO Dünya Mirası Listesi’nden çıkarılması söz konusudur.
- Turizm potansiyeli açısından baktığımızda üzerinde çok konuşulan “kongre turizmi” iyi gitmekle birlikte, yakın gelecekte beklenen sonuçları üretmeyecektir. Rakipler çok güçlü.
- Tıp turizmi özellikle akredite olan hastaneler açısından çok iyi görünmekle birlikte, özellikle Ortadoğulu ve Uzakdoğulu rakiplerin güçleniyor olması endişe vericidir.
- Üzerinde çok konuşulan, hatalı olarak ümit bağlanan, ancak para kazandırmadan İstanbul’a liman kirliliği, trafik sorunları, gereksiz müze yoğunluğu yaratan kruvaziyer turizmi İstanbul için her gün yeni sorun demektir. “Galataport Projesi” şimdilik rafa kaldırılmış görünmektedir. Gerçekleşseydi, zaten geleceği yoktu. Çünkü “Galata Projesi” İstanbul’un turizm geleceği içinde “feasible” değil.
- Bir “İstanbullu olma bilinci” yoktur. Kentlilik bilinci yaygın değildir. “Kimlik” sorunu, tanıtımdaki İstanbul imajına da yansımaktadır.
- Asıllarına sahip çıkma yerine, koruyamadıklarımızı, yıktıklarımızı sergilemeye yönelik Miniatürk benzeri maket turizmi geliştirilmektedir.
- Yabancı turistlerin ortalama kalış süresi Türkiye genelinde 4,2; İstan- bul’da 2,3 gecelemedir. İstanbul’daki bu süre uzun zamandır da böyledir. Bu süre artırılmadan yabancı turistler üzerine kurgu yapılamaz.
- Türkiye güneş-deniz-kum turizmi nedeniyle ucuz turist döngüsü içinde kıvranmakta, buna bağlı olarak İstanbul’a gelen alım gücü düşük turist sayısı artmaktadır.
- İstanbul’a gelen yabancı turistlerin müzeleri gezme oranı da düşüktür. Bu oran dünyaca ünlü iki müzemiz açısından dörtte bir gibidir. Yerli-yabancı ziyaretçi ayrımının son olarak yapıldığı 2005 sayılarına göre müze gezen yabancı oranları şöyledir: Topkapı Sarayı %28, Ayasofya Müzesi %27, Kariye Müzesi %4, Arkeoloji Müzesi %2. 2005-10 yılları arasında bu oranda değişme olmamıştır. Bu durum İstanbul’u kültür ve turizm merkezi olarak görmek açısından düşündürücü olmalıdır.
- İstanbul’a gelen yabancı turist sayısı 15-20 milyona çıktığında bu ken- tin sunacağı alternatif kültür mekânları, müzeleri, gezi güzergâhları yoktur. Hâlâ düşünülmemektedir.
Ama kim ne derse desin, İstanbul hâlâ bir çekim merkezi. İstanbul’un herkesi yavaş yavaş içine alan, “alıp götüren” bir enerjisi, sürekli değişen bir ışığı, kendine özgü bir kokusu, bir ruhu, bir büyüsü var. Ve bu ışık ve enerji, bu tılsım sonsuza dek sürecektir. (Bu yazının yazıldığı tarihten sonra farklı gelişmeler oldu.)
*“Düşler ve Gerçekler”, Mimarlık Dergisi, Kasım-Aralık 2010, Sayı: 356.